EL-HASÂİSÜ'L-KÜBRÂ |
| |
25 PEYGAMBERİMİZİN, DUALARININ KABUL EDİLMESİYLE İLGİLİ DAHA ÖNCE ZİKREDİLMEMİŞ BAZI MUCİZELER |
Peygamber Efendimiz'in, bundan önce zikredilenlerden başka, müteaddid defalar yağmur duaları kabul buyurulmuştur. Şimdi bunlardan bazılarını daha zikredelim:
İlk önce Buhârî ve Müslim'in Enes'ten rivayet ettiklerini zikredelim. Enes diyor ki: "Resülüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında halka kıtlık ve kuraklık isabet etti. Bir gün Efendimiz, Cuma gününde minberde hutbesini okumakta iken bir arabi geldi. Dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, mâl helak oldu, çoluk çocuk aç kaldı. Bizim için dua buyurunuz!" Peygamber Efendimiz de bunun üzerine hemen ellerini kaldırıp dua buyurdu. Daha ellerini indirmemişti ki, dağ gibi bulutlar meydana geldi. Sonra kendileri minberden inmeden de yağmur yağmaya başladı. Hatta yağmur damlacıkları O minberde iken O'nun sakalim ıslatmaya başladı. O gün hep yağmur yağdı. Ertesi ve daha ertesi günleri de yağmaya devam etti. Hatta ertesi cumaya kadar. Aynı Arabi ertesi Cuma gelip: "Ey Allah'ın Resulü, akan seller binaları götürecek" dedi. Peygamberimiz de yine ellerini kaldırarak: "Allah'ım, yağmurunu üzerimize değil, etrafimıza yağdır!" diyerek duada bulundu. Bulutlar çekilmeye başladı. Çok geçmeden Medine semaları pırıl pırıl idi. Buluttan eser kalmamıştı. Fakat vadilerden bir ay sel suyu eksik olmadı. Etraftan gelenler de: "Böylesine bol yağmur görülmemiştir" diyorlardı."
(Bu hadis'in, Enes'ten çeşitli yollarla rivayetleri bulunmaktadır.)
Ebû Nuaym'ın rivayetine göre, Muavviz bin Afra'nın kızı Rubeyyi' şöyle demiştir: "Biz, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında idik ve sefer halinde bulunuyorduk. İnsanlar, namaz vaktinin gelmesi sebebiyle abdest almaya muhtaç oldular. Fakat su bulamadılar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz dua buyurdular da yağmur yağdı, insanlar da bundan hem kendi ihtiyaçlarını hem de hayvanlarının ihtiyaçlarını karşıladılar."
Yine Ebû Nuaym'ın rivayetine göre, Âişe validemiz de şöyle demiştir: "insanlar, su sıkıntısı içinde olduklarını Hazret-i Peygamber'e haber verdiler. Peygamberimiz de namazgaha çıkarak dua buyurdular. Dua ederken ellerini o kadar kaldırmıştı ki, koltuk altının beyazlığı görünüyordu. Allah, bir bulut meydana getirdi, gök gürledi, şimşek çaktı, sonra yağmur yağdı. Akan seller Mescidin içinden bile geçiyordu. Bu sırada da sevgili Peygamberimiz'in şöyle buyurdukları işitildi:
"Ben, bütün varlığımla şehadet ederim ki, yüce Allah hiç şüphesiz her şeye kadirdir! Ben de, gerçekten O yüce Allah'ın elçisi bulunmaktayım."
İbn-i Mâce, Beyhekî, Ka'b bin Mürre el-Behzi'den rivayet ederler, O şöyle anlatıyor: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mudar kabilesine bedduada bulunmuş, onlar da bir büyük kıtlıkla karşı karşıya kalmışlardı. Bu sırada Ebû Süfyan gelip: "Şu kuraklık ve kıtlıktan helak olan kavim, senin kavmindir. Onlar için dua buyurmaz mısınız?" diyerek ricada bulundu. Peygamber Efendimiz de: "Ey Allah'ım, bol ve bereketli, çok ve yeterli, faydalı ve âfetsiz yağmur ihsan eyle! Bu yağmurunu acilen ver yâ Rabb!" diyerek dua buyurdular. Aradan bir cuma geçmişti, yağmurlar yağmaya başladı. Ebû Süfyan Mudar kabilesine döndüğü zaman, onlar yağmurların çokluğundan şikayete başlamıştı bile. Tekrar gelip Hazret-i Peygamber'den yağmurların kesilmesi için, dua talebinde bulundular. Peygamber Efendimiz de: "Allah'ım, üzerimize değil, etrafımıza yağdır!" diyerek dua ettiler. Bulutlar sağa-sola dağılmaya başladı ve yağmur kesildi."[1]
Buhârî ve Müslim, Ebû
Hüreyre'den rivayet ederler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur: "Allah'ım, Al-i Muhammed'in rızkını, yetecek kadar
eyle!"
(Beyhekî bu konuda der ki:
Gerçekten de Muhammed'in ev halkının rızkı, yaşamaya yetecek kadar olmuştur ve
onlar da buna sabır ve kanâat etmişlerdir." [2]
Beyhekî'nin İbn-i
Mes'ûd'dan rivayetine göre, o şöyle demiştir: Bir gün Peygamber'in (sallallahü
aleyhi ve sellem) misafirleri vardı. Peygamberimiz hanımlarına haber yolladı
ve yenilecek bir şey olup olmadığını sordurdu. Hanımlarının her birinden gelen
cevapta ise, yenilecek bir şey olmadığı bildiriliyordu. Bunun üzerine
Efendimiz, misafirlerini düşünerek, "Allah'ım, Senin lütuf ve ihsanından
istiyorum! Lütfedecek olan ancak sensin!" diyerek dua etti. Az sonra kendisine
birisi gelip, kızartılmış bir koyunu hediye olarak getirdiğini bildirdi.
Efendimiz de bunu kabul etti ve: "İşte bu, Allah'ın lutfundandır. Biz de
zaten O'nun rahmetini bekliyorduk" buyurdu.
Yine Beyhekî, Vasile
bin el-Eska'dan da bu mealde bir hadîs rivayet etmiştir. Bu rivayette ise:
"Kızartılmış koyun ile birlikte bir miktar da ekmek getirildi. Bundan
ehl-i suffa yiyip karınlarını doyurdular. Efendimiz de bunun üzerine: "Biz
Allah'a lutfundan istemiştik. O da bize merhamet buyurup ta bu nasibi gönderdi"
denilmiştir." [3]
Taberânî'nin el-Evsafında ve Hâkim'in güzel bir senetle İbn-i Ömer'den rivayetleri var. O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ömer müslüman olmak istediği zaman, onun kalbi üzerine mübarek eliyle üç defa vurdu. Bu sırada Hazret-i Peygamber şöyle dua ediyordu: "Allah'ım, Ömer'in kalbinde düşmanlık olarak ne varsa hepsini çıkar! Onun bu duygusunu, îmâna tebdil eyle!" [4]
Beyhakî, Ebû
Nuaym sahihtir kaydıyle Hâkim'in rivayetine
göre, Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "Ben hasta olmuştum. Hazret-i
Peygamber ziyaretime geldi. Bu sırada ben: "Ey Allah'ım, eğer
ecelim gelmişse, bana merhamet eyle! Eğer gelmemişse, bana şifâ ve sabır ihsan
eyle!" diyerek dua ediyordum. Peygamberimiz ise: "Allah'ım ona şifa
ver, Allah'ım ona afiyet ihsan eyle!" diyerek dua buyurdu. Sonra bana
hitaben: "Haydi kalk bakayım!" dedi. Ben de kalktım ve o acıyı şimdiye
kadar bir daha duymadım."
Sahihtir kaydiyle Hâkim,
Câbir'den rivayet edip o şöyle anlatıyor: "Ben, Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem) ile birlikte bir kadının ziyaretine gitmiştim. Kadın bir
kuzu kızarttırıp takdim etti. Bu sırada Peygamberimiz: "Şimdi
cennetliklerden biri gelecek" dedi. Ebû Bekir geldi. Sonra:
"Cennetlik biri gelecek" dedi, Ömer geldi. Sonra
yine: "Şimdi cennetlik biri gelecek" dedi ve: "Allah'ım eğer sen
dilersen, bu geleni Ali eylersin!" buyurdu. Az sonra da Ali içeri
girdi..."[5]
Beyhekî'nin Kays bin Ebâ
Hâzını'den naklettiğine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sa'd bin
Ebû Vakkâs hakkındaki bir duasında: "Allah'ım, Sa'd Sana dua ettiği zaman,
onun duasını kabul buyur!" demiştir."
(Bu rivayet, mürsel ve hasendir...
Suyûtî)
Tirmizî ve sahihtir kaydiyle Hâkim, Kays
bin Sa'd tarikiyle babası Sa'd'dan şöyle nakleder: Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem) benim hakkımdaki bir duasında buyurdu ki: "Ey
Allah'ım, Sa'd kulun sana dua ettiği zaman onun duasını kabul buyur!" (Bu
sebeble Sa'd, ne zaman bir dua etse, duası kabul edilirdi.)
İbn-i Asâkir, Kays
bin Ebû Hâzim tarikiyle Ebâ Bekir el-Sıddîk'ın şöyle dediğini nakleder:
"Bir gün ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurduğunu işittim:
"Ey Allah'ım, kulun Sa'd'ın,
attığı zaman okunu hedefine denk getir, dua ettiği zaman duasını kabul buyur,
kendisini sev ve sevdir!" [6]
Buhârî, Müslim ve Beyhekî
Abdiil-Melik bin Umeyr tarikiyle Câbir bin Semüra'dan rivayet ederler. O şöyle
anlatmıştır: "Sa'd Kûfe'de vazifeli iken bazı kimseler kendisini halîfe Ömer'e
şikayet ettiler. Bunun üzerine Ömer durumu teftiş
edecek me’mûr gönderdi... Görevli me’mûr Kûfe'ye gelip teftişe başladı. Yanına
Sa'd'ı alarak Kûfe'deki mescidlerin cemâatini teker teker dolaştı... Her bir
cemâate Sa'd hakkında ne diyeceklerini sordu. Hiçbir kimse hayır ve iyilikten
başka bir şey söylemiyordu. Bu şekilde teftiş bitmek üzereydi ki, bir mahalle
mescidine daha uğradılar. Müfettiş burada da aynen sordu. Herkes Sa'd için yine
hayırdan başka bir şey söylemedi. Ancak içlerinden Ebû Sûde adındaki adam:
"Madem Allah adına yemin vererek ifâdemi istediniz. Ben de derim ki:
"Sa'd; malı müsavat üzere dağıtmaz, doğruluğu gözetmez; bilfiil savaşa
katılmaz, hüküm verirken de adaletten ayrılır" diye konuştu... Sa'd bin
Ebû Vakkâs da kendisini tutamayarak bu adamın aleyhine beddua etti ve:
"Allah'ım, bu adam eğer yalan söylüyorsa, ona uzun ömür vererek ömrünün
sonunda kendisini süründür! Fakirlik ve sıkıntı içinde yaşat, fitneye mâruz
eyle!" dedi."
İbn-i Umeyr der ki: Ben, Ebû Sûde'nin
ihtiyarlık zamanım gördüm, ihtiyarlıktan kaşları gözlerinin üzerine
dökülmüştü... Son derece fakr ü zaruret içinde olduğu belli idi. Yoldan
geçerken kız çocuklarına takılır, onlara göz atar dururdu. Kendisine,
"hâlin nasıl?" diyenlere de: "İşte görüyorsunuz, son derece
ihtiyarlamış bir adamım ve fitneye tutulmuş bir vaziyetteyim. Aslim sorarsanız
ben, Sa'd bin Ebû Vakkâs'ın bedduasına uğramış bir kişiyim" diye cavap
veriyordu."
İbn-i Asâkir Mus'ab
bin Sa'd tarikiyle şöyle rivayette bulunur: "Bir gün Sa'd, Kûfe'lilere
hitâb ederken: "Söyleyiniz, emîriniz olarak beni nasıl buluyorsunuz?"
diye sordu. Cemâatin içinden biri kalktı ve: "Sen, benim bildiğime göre ve
ben yanlış söylemiyorsam; idarende adaleti gözetmezsin, malı taksim edeken
müsavatta bulunmazsın, bilfiil savaşa da katılmazsın! İşte böyle bir
adamsın!" dedi. Sa'd da şu mukabelede bulundu: "Allah'ım, bu adam
eğer yalan söylüyorsa, gözleri âmâ olsun, tezinden kendisine fakirlik ver de
sürünsün, ömrünü uzun et ki çeksin, fitneye mâruz kalsın!"
İşte bu aüamcağız, bu şekilde Sa'd'ın
bedduasını aldı, Ömrü uzun oldu, gözleri kapandı. Fakirlikten dilenmeye
başladı... Muhtârü's-Sakafî denilen adamın çıkardığı fitne zamanına kadar
yaşadı. O yalancının fitnesi sırasında öldürüldü."
Taberânî, Ebû
Nuaym ve İbn-i Asâkir Kubeysa bin Câber'den rivayet ederler:
"Bir gün müslümanlardan biri, Sa'd bin Ebû Vakkâs'ı hicvetti. (İyice yerdi
ve bazı ayıplar sayıp döktü.) Bunun üzerine Sa'd da şöyle dedi: "Allah'ım,
bu adamın dilini ve elini benden yana tut! Bunu sana havale ediyorum."
Sonra bu adam, girdiği savaşta, elini de, dilini de kaybetti. Ölünceye kadar da
hiç konuşmadı."
İbn-i Ebîd-Dünyâ ve İbn-i
Asâkir Abdurrahmân bin Avfın âzadlısı Meynâ'dan şöyle rivayet
ederler: Kadının biri, ikide bir ve ansızın çıka-gelip Sa'd'ı rahatsız ederdi.
Sa'd da kendisini kovardı. Fakat o buna aldırmaz yine gelirdi. Bir gün yine
ansızın Sa'd'ın üzerine çıkagelmiş ve onu rahatsız etmek istemişti. Artık iyice
canı sıkılan Sa'd bu kadına beddua etmiş ve: "Yüzün eğrilip tersine
dönsün, emi!" diye bağırmıştı. Kadının az sonra yüzü tersine dönüverdi."
[7]
Hâkim'in Sa'd'ın oğlu
Kays'tan rivayeti de şöyledir: Bir gün adamın biri, Ali'ye (radıyallahü anh)
kalabalığın içinde sövüp küfretti. Orada babam Sa'd da vardı. Bu küfürbaz adama
beddua edip: "Ey Allah'ım, şu adam, Senin evliya kullarından birine alenen
sövmektedir! Şu topluluk dağılmadan kudretinin ve adaletinin tecellîsini onlara
göstermelisin! Ben, sana yalvarıp böyle olmasını istiyorum" dedi. Allah'a
yemîn ederim ki, daha biz oradan ayrılmadan o adam, bindiği hayvanın ayakları
yere batması neticesinde başı aşağı hayvanın üzerinden oradaki taşların üzerine
düştü. Beyni parça parça olarak oracıkta öldü. [8]
Yine Hâkim, Sa'd'ın
diğer oğlu Mus'ab'tan şöyle rivayette bulunur; Bir gün adamın biri, babama
karşı haksızlık ederek, onun kendisi hakkında bedduada bulunmasına sebep
olmuştu. Babamın bedduası üzerine, adamın devesi gelerek kendisinin üzerine
çöküp boğuverdi. Adam, bu suretle ölmüştü. Babam bu durumdan çok müteessir olup
bir daha hiçbir kimse için beddua etmiyeceğine dâir yemin etti."
(Yine Hâkim'in Saîd
bin Müseyyeb'ten rivayetine göre, bir gün Mervân bin Hakem devlete âit mallar
üzerine konuşuyormuş. Bu sırada demiş ki: "Bu mal bize aittir, kime vermek
istersek veririz!" Sa'd bunun üzerine kızmış ve: "Dua etmemi ister
misiniz?" demiş. Mervân derhal yerinden ayrılarak Sa'd'ın yanına gelmiş ve
onun boynuna sarılarak: "Vallahi kardeşim bu mâl, Allah'a aittir! Sakın
aleyhimize dua etme!" diyerek yalvarmıştır."
Beyhekî ve İbn-i
Asâkir Abdurrahmân bin Lübeybe'nin oğlu Yahya'dan, o da
babasından şöyle nakleder; "Bir gün Sa'd bin Ebû Vakkas şöyle dua etti:
"Ey Allah'ım, Sana malûmdur ki benim küçük yaşta çocuklarım vardır. Bunlar
baliğ olup yetişinceye kadar bana ömür ver!" O, böyle dua ettikten sonra,
tam yirmi sene daha yaşadı."
Taberânî Amir bin
Sa'd'dan rivayet eder. O şöyle anlatır: "Sa'd, bir gün yola giderken
birinin Ali'ye sövmekte olduğunu gördü. Adam, aynı zamanda Talha ve Zübeyr'e de
sövmekte idi. Sa'd, o adama yaklaştı ve dedi ki: "Öyle kişilere sövüyorsun
ki, onlar Allah rızâsı için pek büyük işler yapmışlar ve O'nun indinde yüksek
dereceler kazanmışlardır. Şimdi sen, yâ böyle zâtlara sövmekten vazgeçersin, yâ
da ben senin için beddua ederim!" Adam bunun üzerine Sa'd'a şu karşılığı
verdi: "Sanki sen bir Peygambermişsin gibi insana korku vermek istiyorsun!
Ben senden korkmam!" Bunun üzerine Sa'd, hemen ellerini kaldırıp Allah'a
sığındı ve şu şekilde duada bulundu: "Ey Allah'ım, eğer bu kişi hakîkaten
Senin indinde benim dediğim gibi olan kimselere sövmekti ise, bu kulunu
başkalarına ibret olacak şekilde cezalandır!"
Sa'd'ın bu şekilde dua etmesinden hemen
sonra, ileriden bir azgın devenin gelmekte olduğu görüldü. Bu deve halkın
arasından geçerek o adamın yanına kadar geldi ve o adamı boğarak öldürdü. İşte
bu sırada, deve geçerken açılıp da ona yol veren ve neticeyi gözleriyle gören
halk, bedduasını yaptıktan sonra yoluna devam etmekte olan Sa'd'ın arkasından
koşmaya ve ona: "Ey Sa'd, görmek istemez misiniz, Allah duanı kabul
etti!" diye seslenmeye başladılar. Sa'd da bunu, onlaıdan duymuş
oldu."
(İşte bu olaydan sonra olacak ki, Sa'd,
bir daha kimse hakkında kötü dua etmeyeceğine dair yemîn etmişti.) [9]
İbn-i Mende ve İbn-i Asâkir Yezîd bin Ebû Meryem tarikıyla onun babası Mâlik bin Rabia'dan rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), benim hakkımda hayır duada bulunup: "Ey Allah'ım, bunun soyunu mübarek kıl!" buyurmuştu... Bunun bereketiyle benim de tam seksen erkek evlâdım oldu." [10]
Beyhekî, Abdullah bin
Utbe'nin (ümmü veledi olan) âzadlısından nakleder. O şöyle der: "Ben,
efendim Abdullah'a, Peygamber Efendimiz'den neyi hatırlıyorsun?" diye
sordum. O da şunu anlattı: "Ben, beş veya altı yaşlarında çocuktum.
Peygamber Efendimiz beni kucağına oturttu, benim ve çocuğum hakkında bereket
duasında bulundu..." Onun azatlısı der ki: Ben bu bereketin farkında idim,
zira yaşımız ilerlediği halde, ihtiyarlamıyorduk..."[11]
Beyhekî ve Ebû
Nuaym, Nâbiğa bin Câde'den rivayet ederler: "Ben Rasûlüllah
Efendimiz'in huzurunda şiir okumuştum, o da onun hoşuna gitmişti ve benim için
hayır dua buyurup: "Allah sana, dişlerini gümüşletmeyi göstermesin! Tam
bir ağız ve diş sağlığı versin!" dedi. O'nun bu duası bereketiyledir ki,
bugün yaşım yüz küsura ulaştığı halde, bir tek dişim eksik değildir."
(İbn-i Üsâme'nin diğer tarîktan olan
rivayetinde ise: "Her ne zaman bir dişi düşse, mutlaka yerine biri daha
çıkardı" denilmiştir.)
İbn-i Seken'in rivayeti ise şöyledir:
"...Nâbiğa bin Câde'nin dişlerini gördüm, kardan daha beyazdı! Şüphesiz bu
da, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) duası
bereketiyle idi."[12]
İbn-i Mende, Taberanî ve el-Bârûdî İbn-i Aiz'den şöyle rivayet ederler: "Sabit bin Yezîd, Resûlüllah'a hitaben dedi kî: "Ey Allah'ın resulü, benim ayağım sakattır, yere basamıyorum. Bana dua buyurmaz mısınız?" Resûlüllah da onun için dua buyurdular. Ayağı iyileşti, tıpkı öbür ayağı gibi yere basıyordu." [13]
İbn-i Ebü Şeybe, Ebû
Nuaym ve İbn-i Asâkir, Amr bin Hamık'tan şöyle rivayet
ederler: "Ben, bir gün Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) süt
içirdim. O da bana: "Allah'ım bu kulunu gençliği ile faydalandır"
diyerek dua etti. İşte şimdi seksen yaşındayım, gördüğünüz gibi saçımın bir
tanesi bile ağarmış değildir." [14]
Taberânî'nin
Sebra'dan rivayetine göre, onun babası Peygamberimiz'e gittiğinde, Peygamber
Efendimiz onun evladının bereketi ve şerefi için dua buyurmuş, onlar da
berekete ve şerefe nail olmuşlardır." [15]
Taberânî Damura bin Sâlebe'den rivayet eder. O Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip, "Ey Allah'ın elçisi, dua buyurunuz da bana şehidlik nasib olsun!" diyerek ricada bulundu. Peygamber Efendimiz ise, onun bu ricası üzerine şu şekilde dua ettiler: "Ey Allah'ım, Damura bin Sâlebe'nin kanını müşriklere haram kıl!" Damura, uzun zaman ömür sürdü, bunca savaşlara katılıp kahramanca savaştı, safları yarıp ilerledi, sonra geri geldi. Fakat şehidlik nasib olmadı. (Yâni Efendimiz'in duası veçhile, kanı müşriklere haram oldu.) [16]
Ahmed ve Beyhekî Ebû
Ümâme'den naklederler. Şöyle ki: Birgün gencin biri, Hazret-i
Peygamber’e gelip: "Yâ Resûlallah, zina etmem için bana izin
ver!" dedi. Oradakiler onun üzerine yürüyerek şiddetle azarladılar.
"Sus, sus!" diye bağırdılar. Peygamberimiz: "Onu benim yanıma
yaklaştırınız!" buyurdu ve yaklaştırdılar. Peygamberimiz: "Otur"
dedi, o da oturdu. Ona dedi ki: "Böyle bir şeyin anana yapılmasını ister
misin?" Genç: "Hayır" dedi. Peygamberimiz de: "Diğer
insanlar da anaları için böyle bir şeyi istemezler" dedi ve tekrar sordu:
"Peki, böyle bir şeyin kızma yapılmasını ister misin?" buyurdu. Genç:
"Hayır ey Allah'ın Resulü, istemem!" dedi. Peygamberimiz: "Diğer
insanlar da kızları için böyle bir şeyi istemezler" buyurdu ve tekrar
sordu: "Peki böyle bir şeyin kızkardeşine yapılmasını ister misin?"
Genç: "Hayır yâ Resûlallah" dedi. Peygamberimiz: "Başkaları da
kızkardeşleri için böyle bir şeyin yapılmasını istemezler" buyurdu ve
tekrar sordu: "Peki, böyle bir şeyin halana yapılmasını ister misin?"
Genç: "Hayır ey Allah'ın Resulü, anam babam sana feda olsun!" dedi.
Peygamberimiz: "Başkaları da halalarına böyle bir şeyin yapılmasını
istemezler" buyurdu ve yine sordu: "Peki, böyle bir şeyin teyzene
yapılmasını ister misin?" Genç de: "Hayır ya Resûlallah, istemem!
Vallahi istemem! Allah beni senin yolunda feda kılsın, istemem!" cevabını
verdi. Peygamberimiz de: "Diğer insanlar da teyzeleri için böyle bir şeyin
yapılmasını istemezler!" buyurdu. Sonra mübarek elini gencin üzerine koydu
ve: "Allah'ım, bu kulunun günahlarını affet! Bu kulunun namusunu
koru!" diyerek onun hakkında dua etti. Bundan sonra da o genç, herhangi
bir kötülüğün semtine uğramadı." [17]
Beyhekî Süleyman bin
Sard'dan nakleder. O şöyle demiştir: "Bir gün Übeyy bin Ka'b, Kur'an
okuyuşları birbirine uymayan iki adamı yanına alarak Hazret-i
Peygamber'in huzuruna getirdi. Aralarında ihtilafa düşen bu iki adamdan
her biri, kendi Kur'an okuyuşlarını aynen Hazret-i Peygamber'den
işittiklerini iddia ediyorlardı. Peygamberimiz bunların her ikisine de Kur'an
okuttu. Sonra her ikisi için de: "Güzel okudun!" buyurdu.
Übeyye der ki: "Bunun üzerine
kalbime öylesine şüphe girdi ki, ben cahiliye zamanında bile bu derece şüpheye
tutulmamıştım. Peygamber Efendimiz, derhal mübarek elini göğsüme koyarak
hakkımda şu şekilde dua buyurdular: "Allah'ım, Übeyy'in kalbine musallat
olan şeytanı, onun kalbinden gider! Onu, şek ve şüpheden kurtar!" Ben,
Resülüllah'ın bu duasından sonra öyle bir hale geldim ki, sanki gözlerimle
Allah'a bakıyormuş gibiydim. Korku ve hayamdan terler içinde kaldım. Kalbimde
de şek ve şüpheden eser kalmadı." [18]
Buhârî ve Müslim'in rivayetlerine göre İbn-i Abbâs şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim için dua buyurup: "Allah'ım, onu dinde fakih eyle!" dedi."
Bunu aynen Hâkim, Beyhekî ve Ebû Nuaym da diğer bir tarikten rivayet etmişlerdir. Ancak bunların rivayetinde bir fazlalıkla şöyle denilmiştir: "Resülüllah benim için dua buyurup: "Allah'ım, onu dinde fakih eyle ve kendisine te'vili tâlim buyur!" demiştir.
Ahmed ve Ebû Nuaym İbn-i Abbâs'dan şöyle naklederler: "Bir gün Peygamber Efendimiz benim başımı mübarek eliyle okşadı ve hakkımda şu duayı yaptı: "Allah'ım, ona hikmetini tâlim buyur!" İşte Sevgili Peygamberimiz'in bu duası sayesindedir ki, bu sahada (Kur'an tefsiri sahasında) söz sahibi bulunmaktayım."
(Ebû Nuaym'ın tek başına İbn-i Abbâs'dan olan rivayeti ise aynen şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) benim için dua buyurup: "Allah'ım, bu kuluna hikmet ver, kendisine Kur'an tevilini (tefsirini) tâlim buyur" dedi.)
Hâkim'in tek başına İbn-i Abbâs'tan olan rivayetinde de şöyle denilmiştir: Peygamber Efendimiz benim hakkımda dua buyurup: "Ey Allah'ım, bu kuluna Kur'an'ın tevilini öğret!" dedi."
(İbn-i Adiyy de İbn-i Ömer'den bir rivayette bulunur. Buna göre İbn-i Ömer şöyle demiştir: Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdullah İbn-i Abbâs için dua etti ve: "Allah'ım, ilmi ona mübarek kıl ve kendisinden neşr eyle" buyurdu." [19]
Buhârî ve Müslim,
Enes'ten rivayet ederler. O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem) benim için dua buyurup: "Ey Allah'ım, bu kulunun malını
ve evladını çoğalt! Kendisine verdiğin rızkı, bol ve bereketli eyle!"
dedi.
"İşte, Resülüllah'ın bu duası
bereketiyledir ki, şimdi benim evlad ve torunlarımın sayısı yüzü aşmış
durumdadır."
Beyhekî'nin rivayetine
göre, Peygamberimiz Enes hakkındaki duasında şöyle demiştir: "Allah'ım,
Enes'in ömrünü uzun, malını bereketli eyle! Günahlarını da affeyle!"
Tirmizi, Beyhekî Ebû’l-Aliye'den
şöyle nakleder: "Enes'in bir bahçesi vardı. O kadar bereketli idi ki, her
sene bu bahçeden iki defa mahsûl alırdı. Burada bazı çiçekler de yetiştirmişti
ki, bunlardan reyhan kokusu gelirdi."
(Beyhekî'ye göre Enes, tam
doksan dokuz sene yaşamıştır. Vefatı
ise, hicri doksan bir yılındadır.)
İbn-i Sa'd'ın da
Enes'den bir rivayeti var. Buna göre Enes, şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem) benim hakkımda dua buyurup: "Allah'ım, bu kulunun malını
ve evladını çok, Ömrünü uzun eyle! Günahını da bağışla!" İşte O'nun bu duasının
bereketiyledir ki, yüzden fazla çocuklarım oldu. Bostanım ise, senede iki defa
mahsûl vermektedir. Ömrümün uzunluğu ise sizce de malum. O kadar yaşadım ki,
neredeyse yaşamaktan usanç geldi. Tabii O'nun dua ettiği benim hakkımdaki
dördüncü hususun da aynen kabul edilmiş olduğunu ümit etmekteyim.
(Enes, bu dördüncü ile, günahının Allah
tarafından bağışlanmış olmasını kastedmektedir.)[20]
Müslim Ebû Hüreyre'den
şu haberi nakletmiştir: "Yeryüzünde mevcud bütün mümimler, kadın olsun
erkek olsun hepsi beni severler." Kendisine dediler ki: "Ey Ebû
Hüreyre, bunun böyle olduğunu nereden biliyorsun?" O şu cevabı verdi:
"Ben, anamı İslama davet ediyorum. O da kabul etmiyordu. Bir gün dedim ki:
"Ey Allah'ın Resulü, dua et de Allah anama hidayet versin!"
Peygamberimiz de dua etti. Sonra ben eve gittim, gördüm ki anam gayet açık bir
şekilde kelime-i şehâdeti okumakta. Hemen sevinçle Resulüllah'a döndüm. Bu sırada
sevincimden kendimi tutamayarak ağlıyordum. Nitekim daha önceleri de üzüntümden
ağlıyordum. Resûlüllah'a vardığımda dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, Allah
senin anam hakkındaki duam kabul buyurmuştur! Artık o, müslüman olmuştur. Şimdi
sizden bir ricam daha var. Yine dua ediniz de, Allah hem anamı, hem de beni
bütün mü’min kullarına sevdirsin. Ben ve anam da, keza Allah'ın bütün mü’min
kullarını sevmiş olalım." Benim bu ricam üzerine Resülüllah Efendimiz:
"Ey Allah'ım, şu kulunu ve bunun anasını bütün mü’minlere sevdir,
kendileri de bütün mü’minleri sevsinler!" diyerek duada bulundu.
"İşte kardeşim ben, Resülüllah'ın bu duasına da mazhar olmuş bir kul
olarak; hem yeryüzündeki bütün mü’minleri severim, hem de bütün mü’minler
tarafından sevilirim."
Hâkim Muhammed bin Kays
bin Mahreme'den şöyle nakleder: Adamın biri, Zeyd bin Sâbit'e gelerek bir
mes'ele sordu. Zeyd ise bu adama: "Haydi Ebû Hüreyre'ye gidip müşkilini
ona hallettir. Çünkü o buna daha layıktır. Bak sana bunun sebebini de
anlatayım: Bir gün ben, o ve diğer bir arkadaşımız Mescid-i Nebevi'de oturmuş
dua ediyorduk. Tam bu sırada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) çıkageldiler.
Ben ve arkadaşım, duamıza devam ettik. Peygamber Efendimiz de bizim duamıza
âmin dediler. Az sonra da aramızda bulunan Ebû Hüreyre dua etti. Duasında dedi
ki: "Ey Allah'ım, şu iki arkadaşımın senden istediklerini ben de senden
istiyorum. Ayrıca yâ Rabbi, ben bir aciz kulun olarak senden, hiç unutmayacağım
bir ilim istiyorum." Ebû Hüreyre bu şekilde dua ederken, Resülüllah
Efendimiz de yine "amin" diyordu. Hiç şüphen olmasın ki Ebû Hüreyre,
ilmi benden daha iyi hıfzetmiştir. İşte bunun için sana: "Ebû Hüreyre'ye
gidip müşkilini ona hallettir" dedim. Biz de o sırada: "Ey Allah'ın
Resulü, biz de Allah'tan hiç unutmayacağımız bir ilim istiyoruz" dedik.
Fakat Resülüllah Efendimiz bizim bu isteğimiz karşısında: "Güzel amma, Ebû
Hüreyre bu hususta sizi geçmiş bulunuyor" buyurdu. [21]
Buhârî, Ca'd bin Abdurahman'dan rivayet eder. O şöyle der: Saib bin Yezid, vefat ettiği zaman, doksan dört yaşında idi ve son derece sıhhatli ve kuvvetliydi. O sağlığında şöyle demişti: "Ben Resülüllah Efendimizin benim hakkımda dua edip: "Allah'ım, bu kulunu, gören gözü, işiten kulağı ile faydalandır!" buyurduğunu unutmuş değilim."[22]
Buhârî ve Müslim Enes'ten
şöyle rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdurahman
bin Avf için dua edip: "Ey Abdurahman, Allah senin için bereketler ihsan
eylesin!" buyurdu.
(Bunu bu şekilde İbn-i
Sa'd ve Beyhekî diğer bir tarikten rivayet eder. Ancak
bunların rivayetinde şu fazlalık da vardır: "Abdurahman da, Resülüllah'ın
kendisi hakkındaki duası ile ilgili olarak derdi ki: "O'nun benim
hakkımdaki duası sebebiyledir ki, bir taşı kaldırsam, sanki altında bir hazine
var da ona rastlamış oluyorum." [23]
Beyhekî ve Ebû
Nuaym Urve el-Bariki'den rivayet ederler. "Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem) onun alım-satımının bereketli olması için dua etmiştir. O
da ne zaman bir alış-verişte bulunsa, muhakkak bir berekete nail olurdu. Sanki
toprak alıp-satsa, yine kazanç elde ederdi."
Ebû Nuaym, Urve
el-Bariki'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem) benim hayırlaştığım her şeyin hayırlı ve bereketli olması
için dua buyurdular. Ben de hayırlaşıp neyi satın alsam, muhakkak ondan kârlı
çıkıyorum."
Yine Ebû Nuaym, başka
bir tarikle Urve'den şöyle rivayet eder: "Bir gün Peygamber Efendimiz,
benim için dua buyurup: "Ey Urve, Allah sana, alış-verişinde: "Hayırını
gör!" dediğin şeyde, bol kazanç ve bereket versin!" dedi. İşte O'nun
bu duası sebebiyledir ki, pazar yerinin kenarına varıyorum, evime kırk biu
kazanmış olarak dönüyorum."[24]
İbn-i Ebî Şeybe, Ebû Ya'lâ ve güzel bir senedle Beyhekî, Amr bin Hureys'ten rivayet ederler. O şöyle demiştir: Abdullah bin Cafer, bir gün çocukların oynadığı bir şey satıyordu. Oradan geçmekte olan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), onun hakkında dua buyurup: "Allah, ticaretinde sana bereket ihsan eylesin" dedi.[25]
Buhârî ve Müslim, İshak
bin Abdullah tarikiyle Enes'ten şöyle rivayet ederler: Ebû Talha'nın oğlan
çocuğu hasta idi. Bir gün Ebû Talha evde yokken çocuk vefat etti. Çocuğun
öldüğünü gören anası, onu evin bir kenarına koyup üzerini örttü ve Ebû Talha'yı
beklemeye başladı. Ebû Talha eve geldiği zaman ilk işi, çocuğun nasıl olduğunu
sormak oldu. Hanımı: "İstirahat etmekte olduğunu ümit ediyorum"
diyerek karşılık verdi. Ebû Talha ise hanımının bu sözünden, çocuğun
hastalığından iyileştiğini zannetti. Geceleyin yattılar. Sabahleyin, gusül
abdestini almış olarak evinden ayrılmak üzere bulunan Ebû Talha'ya hanımı, açık
bir şekilde durumu haber verdi. Ebû Talha da doğruca Mescid'e giderek
Peygamberimizle beraber namazını kıldı. Namazdan sonra
Süfyan bin Uyeyne der ki: Ben, Ensardan
birinden işittim, bundan sonra Ebû Talha'nın dokuz evladı daha olmuş ve hepsi
de Kur'an kıraatinde mahir imiş. (Yâni oğlu Abdullah'tan bu kadar torunları
olmuştur.)
Beyhekî'nin Sabit
tarikiyle Enes'ten olan rivayeti ise şöyledir: "Ümmü Selim'in Ebû Talha’dan
bir oğlu olmuştur. Çocuk hastalanıp babası evde yokken vefat etmişti. Ebû Talha
evine geldiğinde çocuğun durumunu sormuş. Hanımı: "Rahattır" demiş.
Kocasına
(İbn-i Sa'd'ın
dediğine göre, Ensar içinde ondan daha iyi yetişen birinin olmadığını
söylerlermiş.)
Beyhekî'nin nakline göre,
Abdullah dünyaya geldiği zaman, onu Hazret-i Peygamber'e
getirmişler, Peygamberimiz de ağzında çiğnediği hurmayı çocuğun ağzına koymuş
ve ona Abdullah adını vermiştir. Alnını da okşayarak ebeveynine teslim etmiş.
Bu yüzden Abdullah'ın alnı nûr gibi parlarmış.[26]
Buhârî, Ebû Akil'den
rivayet ediyor. O şöyle anlatmıştır: "Ben, dedem Abdullah bin Hişânı ile
birlikte çarşıya çıkardım. Abdullah bin Zübeyr ile Abdullah bin Ömer'e
rastladığımızda, onlar dedeme derlerdi ki: "Haydi yapacağın alış-verişe
bizi de ortak yap! Biz biliyoruz ki, Peygamber Efendimiz senin hakkında bereket
duasında bulunmuştu." dedem de onların bu ricasını kabul eder, alım-satımını
yapardı. Neticede bir deve yükü hissesine yiyecek düşerdi ve bu bereketli kazancını
evine gönderirdi.[27]
İbn-i Sa'd Ebû Husayn tarikiyle Medine halkından yaşlı bir zâttan şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Hakim bin Hızâm'ı, kendisi için kurbanlık almak üzere çarşıya yolladı. Yollarken de ona bir dînâr verdi. Hakim, çarşıya gitti bir dinara bir kurbanlık aldı. Az ilerde bunu iki dinara sattı. Derken bir kurbanlık daha beğendi, bunu da bir dinara satın aldı. Dönüşünde Hazret-i Peygamber'e, hem kurbanlığını, hem de kazandığı bir dinarı teslim etti. Hazret-i Peygamber de kendisine, ticâretinin bereketli olması hakkında duada bulundu."
Hakim dermiş ki: "Ben, gerçekten ticârette çok kazançlı biri idim. Alıp sattığım hiç bir şeyde, kazançlı çıkmadığımı hiç hatırlamıyorum." [28]
Târih'inde Buhârî, İbni Ebû
Üsâme, Ebû Ya'lâ ve Ebû Nuaym, İbn-i
Abbâs'tan rivayet ederler: Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'ım, Kureyş'in evveline azâb
tattırdığın gibi, âhirine de nimetini tattır!"
Tayâlisi ile Ebû
Nuaym'in bir rivayetine göre (ki onlar bunu İbn-i Mes'ûd'dan
naklederler.) Hazret-i Peygamberin bu husustaki duaları şöyle olmuştur:
"Allah'ım, Kureyş'in evvelinde azâb ve vebal tattırdın. Ahirine de
nimetini tattır!" [29]
İmâm-ı Ahmed, Ebû
Dâvud, Nesâi ve Tirmizî, aynı zamanda
İbn-i Huzeyme ile Beyhekî, Sakr el-Gâmidî’den şöyle rivayet
ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:
"Ey Allah'ım, ümmetimin içinde işine erken gidenleri, nîmet ve bereketine
nail eyle!"
Bu hadîsi rivayet eden Sahr, bizzat
kendisi erkenci idi. Ticâretle iştigâl ederdi. Günün erken saatlerinde
hizmetçilerini de işe çıkarıp çarşıya yollardı. O kadar çok kazanırdı ki,
sonunda kazancının miktarını bilemez oldu. (Süyutî)
Beyhekî, İbn-i
Ömer'den şöyle bir haber nakleder: Kadının biri, kocasını Hazret-i
Peygamber'e şikâyet etti. Kadının şikâyetini dikkatle dinleyen
Peygamberimiz, bu kadına hitaben: "Şimdi sen, kocana buğz mu
ediyorsun?" diye sordu. Kadın: "Evet" dedi. Peygamberimiz,
kadına ve yanında durmakta bulunan kocasına hitaben: "Haydi ikiniz de başlarınızı
bana doğru eğiniz!" buyurdu. Onlar da başlarını eğdiler. Peygamberimiz, kadının
alnını kocasının alnına koydu, onların başlarını bu şekilde tuttu ve şöylece
dua buyurdu: "Ey Allah'ım, bunların arasını ısındır, bunları birbirine
sevdir!" Aradan bir müddet geçmişti. Bu kadın, Hazret-i
Peygamberle karşılaştı. Peygamberimiz kendisine: "Kocanla nasılsın?"
diye sordu. Peygamberimizin ayağına kapanan kadıncağız: "Ey Allah'ın
Resulü, şimdi kocamdan daha sevgili olan kimse yoktur, bana" diyerek cevab
verdi."
Ebû Ya'lâ ve Beyhekî Ebû
Ümâme'den naklederi O şöyle der: "Bir gün, Peygamber'in (sallallahü
aleyhi ve sellem) emri üzerine bir gazaya çıkmak üzereydik. Ben Hazret-i
Peygamber'e yaklaşıp: "Ey Allah'ın Resulü, bana şehitlik nasib
olması için dua ediver!" dedim. O ise: "Allah'ım, bu kuluna
selâmetlik ver, ganimet nail eyle!" şeklinde dua buyurdu."Gazaya
gidip savaştık. Bol ganimet ve selâmetle döndük. Sonra, bir savaş daha oldu. Ben
bu sırada da, Ona aynı ricada bulundum. O da aynı duasını tekrarladı. Bu
savaştan da selâmet ve bol ganimetle döndük."
Beyhekî Zeyd bin
Sâbit'ten şu haberi nakletmiştir: Bir gün Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem), Yemen tarafına baktı ve şöyle dua etti: "Ey
Allah'ım, onların kalbini bu tarafa (İslâm'a) çevir!" Sonra Hazret-i
Peygamber Şam tarafına baktı, yine böyle dua etti. Sonra Irak
tarafına baktı, yine bu şekilde duada bulundu."
Müslim, Seleme bin el-Ekva'dan
rivayet eder. O şöyle der: Adamın biri, Peygamberin (sallallahü
aleyhi ve sellem) yanında yemeği yemeğe başladı... Yerken sol elini
kullanıyordu. Hazret-i Peygamber kendisini îkâz buyurup: "Sağ
elinle ye!" diye emretti. Adam: "Gücüm yetmiyor!" diyerek
karşılık verdi. Kibir ve inadından böyle söyleyen bu adama karşı Peygamber
Efendimiz de: "Gücün yetmesin!" dedi ve bu adamın, ancak kibrinden
böyle söylediğini de bildirdi. Bu adam da cezasını çekti, elini ağzına
götüremez oldu."
Müslim ve Beyhekî İbn-i
Abbâs'tan rivayet ederler: O şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem) bana emredip: "Muâviyeyi bana çağır!" buyurdu.
Ben de: "O şimdi, yemeğe oturdu" dedim. Bunu üçüncü defa tekrarlayışında:
"Allah onun karnına, doymak nedir göstermesin!" dedi. Muâviye de,
bundan sonra gerçekten doymak nedir bilmedi."
(Muâviye ve Süleyman bin Abdülmelik,
çok yemek ve doymamakla meşhur olanlardandır.)
Beyhekî, Ebû Yahya'dan şu
haberi nakleder: Bir gün Hazret-i Ömer'e birisi:
"Senin âzâd ettiğin kişilerden falan kişi insanların yiyecek maddesini
saklayıp ihtikârda bulundu" diye şikâyet etti. Bunun, çok mes'ûliyetli bir
şey olduğunu bildiren Ömer: "Ben Peygamber'den (sallallahü aleyhi
ve sellem) işittim. O bu hususta aynen şöyle buyurmuştur: "Her
kim, müsümanların yiyeceği şeylerden ihtikâr yaparsa, Allah o kulunu cüzzâm
hastalığı ve iflâs ile cezalandırır." ve derhal azatlısını çağırıp sorguya
çekti. Azadlısı ise, "sâdece alış-verişte bulunduğunu" söyledi.
Haberi bu şekilde nakleden Ebû Yahya ise, o âzadlı kişinin, Hazret-i
Peygamberin duası veçhile, bir müddet sonra uyuz illetine yakalandığını
söyler."
Buharî ve Müslim (ittifak
hâlinde) İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet ederler: "Siyah
bir kadın vardı. Bir gün Hazret-i Peygamber'e gelip: "Ey Allah'ın Resulü,
benim sar'a hastalığım var. Ne olur, Allah'a dua ediniz de bu hastalıktan
kurtulayım!" diye ricada bulundu. Hazret-i Peygamber bu
kadına: "Eğer istersen, bu hastalığına sabredersin, karşılığında da
cenneti kazanırsın! Eğer dua etmemi istersen, dua ederiz. Allah da dilerse sana
şifâ ve afiyet verir" diye konuştu. Kadıncağız, sabrının karşılığı olarak
cenneti kazanacağını duyunca: "Evet ey Allah'ın Resulü, ben
sabredeceğim!" dedi. Fakat hastalığı ile ilgili bir noktada ricada bulundu
ve şöyle dedi: "Yâ Resûlallah, sar'am geldiği zaman, üstüm başım açılıyor,
(Ben de bundan sıkılıp utanıyorum) dua buyurunuz da, sar'am geldiği zaman
deprenmeyeyim ki, üstüm başım açılmasın!" Peygamberimiz de bu hususta dua
buyurdular."
Buharî el-Edeb'te ve
Nesâî Ümmü Kays'tan, onun şöyle dediğini rivayet ederler: "Oğlum vefat
edince ben üzüntüye kapıldım ve onu yıkayana dedim ki: "Oğlumu soğuk su
ile yıkama, sonra onu öldürürsün!" Benim bu sözümü Ukkâşe bin Mıhsan
Resûlüllah Efendimizde yetiştirmiş. O da tebessüm buyurup: "Bu
kadıncağızın ömrü uzun olsun!" diye dua etmiştir.
(Bu sebeple bu kadın kadar uzun ömür
yaşamış bir başka kadın olmamıştır.)
El-Bârûdî, İbn-i Şahin, İbn-i Seken ve Beyhekî Ebû
Ümâme'den rivayet ederler. O şöyle anlatmıştır: "Salebe bin Hâtıb,
Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:
"Ey Allah'ın elçisi, benim için Allah'a dua ediver de, Allah bana bol mal
ve çok evlâd versin!" dedi. Peygamberimiz ise ona: "Yazık sana ey
Salebe! Bilesin ki, şükrünü eda edebildiğin az mâl, şükrünü edâ edemediğin çok
maldan daha hayırlıdır!" diye nasihat buyurdu. Fakat Salebe buna
aldırmayıp yine aynı istekte bulundu. Peygamberimiz de aynı nasihatini
tekrarlayıp: "Ben sana, bir güzel örnek değil miyim? Eğer ben Rabbim'den
şu dağların altın olup da benimle her gittiğim yere gitmesini istesem, hiç
şüphem yoktur ki, Rabbim bana bunu lütfeder. Fakat Ben, Rabbim'den böyle bir
şey istiyor muyum?" buyurdu. Salebe, bütün bu söylenilenlere aldırmayıp:
"Ey Allah'ın elçisi! Allah'a dua ediver de beni mâl ve evlâd ile
rızıklandırsın! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki,
eğer bana mâlca zenginlik lütfedecek olursa, her hak sahibinin hakkını
vereceğim!" diyerek and içti. Bunun üzerine Hazret-i
Peygamber, onun isteği istikâmetinde dua ediverdi."
Derken Salebe, bir koyun satın aldı.
Koyunu o kadar bereketlendi ve üredi ki, Medine onun koyunlarına dar gelir
oldu. O da bu sebeple Medine'den uzaklara açıldı... Fakat gündüzleri Medîne
Mescidi'ne gelerek namazını Hazret-i Peygamberle
birlikte kılıyordu. Geceleri ise gelemiyordu. Derken koyunları o kadar çoğaldı
ki, gündüzleri de gelemez oldu. Ancak Cumâ'dan Cumâ'ya geliyordu. Derken cuma
ve cenazelerde de bulunmaz oldu. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem), onun hakkında: "Salebe bin Hâtıb'a yazık!"
buyurdu.
Sonra, Allah'ın zekâtla ilgili emrini
ihtiva eden âyetler indi... Allah'ın emri gereğince Peygamberimiz, iki zekât âmilini
(tahsildarim) ona gönderdi. Sâlebe'nin, koyun ve develerinden ne kadar zekât
vermesi lâzım geldiğini de yazılı olarak bu âmillerle birlikte ona gönderdi,
iki tahsildar, Hazret-i Peygamber'den aldıkları emir gereğince, doğruca
Sâlebe'ye gittiler ve ona, vermesi lâzım gelen zekâtı açıkça bildirdiler.
Salebe, kendilerine hitaben: "Peygamberin yazılı emrini bana
gösteriniz!" dedi, onlar da yazılı emri kendisine verdiler. Salebe, yazılı
emri dikkatle okuduktan sonra: "Bu benden istenenler, haraçtan başka bir
şey değil! Siz şimdi beni yalnız bırakınz, ben bu mes'eleyi kendi başıma bir
düşüneyim. Sonra bana bir daha uğrayınız" cevâbını verdi. Onlar da geri
çekilip ayrıldılar. Sonra ona tekrar uğradılar. O da önceki sözünü tekrarladı:
"Bu haraçtan başka bir şey değil!" Onlar da geri çekilip ayrıldılar.
Sonra ona tekrar uğradılar. O da önceki sözünü tekrarladı: "Bu haraçtan
başka bir şey değil." Siz şimdi Medine'ye dönünüz, ben iyice düşünmek
istiyorum!" dedi. Onlar da dönüp Medine'ye geldiler. Peygamberimiz kendilerini
görünce, daha onlar bir şey söylemeden:'Yazık, Salebe bin Hâtıb'a!"
buyurdu. Bunun üzerine de Allah Tevbe sûresinin ilgili âyetlerini inzal buyurdu
ki, bu âyetler şöyledir:
"Onlardan kimi de: "Eğer
Allah, lütuf ve kereminden bize verirse, elbette sadaka vereceğiz ve faydalı
insanlardan olacağız!" diye Allah'a and içtiler."
"Ne zaman ki Allah kereminden
onlara verdi, onun verdiğinde cimrilik ettiler ve sözlerinden döndüler. Zâten
onlar, dönektirler."
"Allah'a verdikleri sözden
döndüklerinden ve yalan söylediklerinden dolayı, kendisiyle karşılaşacakları
güne kadar Allah, onların kalblerine nifak sokmuştur." [30]
Salebe, kendisi hakkında inen bu
âyetlerden haberdâr oldu. Kendisinden istenen miktar zekâtim alarak doğruca Hazret-i
Peygambere gitti ve zekatını O'na teslim etmek istedi... Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem) ise almak istemedi ve: "Allah beni, senin zekatını
almaktan menetti" karşılığını verdi. Salebe ağlamaya ve başına topraklar
saçmaya başladı. Peygamberimiz ise kendisine: "Bu senin amelinin
karşılığıdır... Ben sana zekâtim ödemeni emrettim, sen ise bana itaat
etmedin!" dedi.
Böylece Resûlüllah, Salebe bin Hâtıb'ın
zekâtım kabul etmemiş oldu. Sonra Ebû Bekir halîfe oldu. Salebe, gelip zekatını
ona ödemek istedi ise de; o da bunu kabul etmedi. Sonra Ömer başa
geçti, o da onun zekâtım kabul etmedi. İşte bu Salebe, Osman'ın halifeliği zamanında
helak olup gitti."
Beyhekî ve Taberânî Abdullah
bin Ebû Evfadan rivayet ederler. O şöyle der: "Adamın biri Peygambere
gelip: Ey Allah'ın Resulü, şurada bir genç var, ölmek üzeredir. Fakat
kendisine: "Lâ ilahe illallah de!" diye söylendiği halde, tevhîd
kelimesini söyleyemiyor" dedi. Peygamberimiz: "Daha önce bunu
söylemiyor muymuş?" diye sordu. Onlar: "Söylüyormuş" dediler.
Peygamberimiz: "Peki şimdi ölümü yaklaştığı zaman bunu söylemekten kendini
meneden ne imiş?" dedi ve derhal yerinden kalkarak o gencin yanına gitti.
O'nunla birlikte biz de gittik. Peygamberimiz ona: "Ey genç, lâ ilahe
illallah de!" diye emretti. Genç: "Ben bunu söylemeye güç
yetiremiyorum" cevâbını verdi. Peygamberimiz: "Niçin?" diye
sordu. Genç: "Anama itaatsizlik ettiğim için" karşılığını verdi.
Peygamberimiz: "Anan şimdi sağ mıdır?" dedi. Genç de:
"Evet" dedi. Peygamberimiz oradakilere: "Bu gencin anasını
buraya getiriniz!" dedi. Getirdiler. Peygamberimiz ona dedi ki: "Ey
bu gencin anası, söyle bakalım; büyük bir ateş yakılsa, sana da denilse ki:
"Eğer oğluna hakkını helâl etmezsen, onu bu ateşin içine atıp
yakacağız!" Bu durumda hakkını oğluna bağışlamaz mısın?" Kadın:
"Bağışlarım" dedi. Peygamberimiz: "O halde oğluna hakkını
bağışladığına dâir bize söz ver!" buyurdu. Kadın da: "Oğlumdan
razıyım, hakkımı ona bağışladım" dedi. Bundan sonra Peygamberimiz gence
dönüp: "Haydi şimdi lâ ilahe illallah de!" dedi. Genç de: "Lâ
ilahe illallah!" dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de bunun
üzerine: "Benim sayemde şu kulunu cehennemden kurtaran Allah'a
hamdolsun!" diyerek Allah'a hamd etti."
Kütüb-i Sitte'nin son dördü (Ebû
Dâvûd, Tirmizî, Nesaî ve İbn-i Mâce), Zeyd bin
Sâbit'ten şu hadîsi rivayet ederler: "Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem) buyurdu:
"Allah dünyâda ve âhirette yüzünü
nûrlandınp bahtiyar etsin o kişiyi ki, Benim sözümü işitir, aynen alıp muhafaza
eder ve başkalarına da aynen ulaştırır!"
Alimlerimiz buyurmuşlardır ki:
"Ehl-i Hadîs'ten hiç bir kimse yoktur ki, Peygamber'in (sallallahü
aleyhi ve sellem) duası bereketiyle onun yüzünde bir güzellik ve nûr bulunmasın!"
(Suyûtî)
(Yukarıda geçen bu hadîsi Tirmizî, İbn-i
Mes'ûd'dan şu şekilde rivayet etmiştir: "Allah, dünyâ ve âhirette yüzünü
nûrlandırıp bahtiyar etsin o kişiyi ki, bizden bir şey işitmiş ve işittiği gibi
de başkalarına ulaştırmıştır! Kendisine hadîs ulaştırılan nice kimse vardır ki,
o hadîsi, benden duyandan daha iyi anlayıp kavrar.")
İmâm-ı Ahmed, Huzeyfe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir kişinin lehine ve hayrına dua ettiği zaman, hem o kişiye, hem onun evlâdına, hem de evlâdının evlâdına faydalı olurdu."
Ebû Ya'lâ, bu hususta Zübeyr bin Avvâm'dan şöyle bir rivayette bulunur: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bana, benim evlâdıma, evlâdımın evlâdına hayır duada bulundu. Ben, bir gün babamın, kardeşime hitaben: "Sen, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) hayır duasından nasibini almış birisisin" dediğini işittim."
------------------------
[29] Bunu, Tirmizi de nakletmiştir.
[30] Tevbe suresi, 75-77