EL-HASÂİSÜ'L-KÜBRÂ |
| |
26 PEYGAMBERİMİZİN ASHABINA ÖĞRETTİĞİ, KİŞİNİN KENDİSİ İÇİN VEYA BAŞKALARI İÇİN EDECEĞİ DUALAR VEYA HASTALAR İÇİN OKUYACAĞI DUALAR |
Sahih hadîste vârid olan şudur:
"Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ashabından bazılarına,
borçtan kolaylıkla kurtulabilmek için şu duayı öğretmiştir:
"Ey yedi kat göklerin ve ulu
arş'ın sahibi, bizlerin ve her şeyin sahibi bulunan Rabbim! Dâneyi yaran,
çekirdeği çatlatan (ve bu küçücük tohum ve çekirdeklerden sonsuz nimet ve
bereketler meydana getiren), Tevrat'ı, İncil'i ve Kur'ân'ı indiren Allah'ım!...
Ben, şer ve zararı bulunan her şeyden sana sığınırım! Her şeyin durumu ve
geleceği Senin elindedir... Sen, kendinden evveli olmayan, kendinden sonrası
bulunmayansın! Kendinden üstünü bulunmayan Zahir, kendinden daha yakını
bulunmayan Bâtın'sın! (Şüphesiz, bana benden daha yakınsın, beni benden daha
iyi bilensin!)... Borcumu ödemekte bana yardımcı ol, kolaylık ihsan eyle
Rabbim! Beni fakirlikten kurtarıp, zengin eyle Rabbim."
Peygamber Efendimiz'in bu duayı
kendisine talîm buyurduğu sahâbi, böylece ve samîmine duasını yaptı. Böylece
her şeye kadir olan Allah'a sığınıp, yalvarıp yakardı. Allah da o kuluna,
borcunu ödemesi hususunda yardımcı oldu da, borçtan kurtuldu.
Tirmizi'nin rivayet ettiği bir hadîse
göre de (ki bunu da Ali (radıyallahü anh) rivayet etmiştir) Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem), ashâbdan birine şöyle dua etmesini tâlim buyurmuştur:
"Allah'ım, helâl mâl ile bana
yeterlik ver de, asla harama düşmeyeyim! Allah'ım bana lutfunla (helâlinden)
zenginlik ver de, başkalarına muhtaç olmayayım!" O sahabî de böyle dua
etmiş, borcundan kurtulup helâle kanâat etme zenginliğine ermiştir. (Mert veya
nâmert hiç bir ferde muhtaç olmamıştır.) [1]
İbn-i Sa'd ve Beyhekî Ebû’l-Aliye'den naklen Hâlid bin Velîd'in şöyle dediğini rivayet eder: Ben Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) mürâcât ederek dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, geceleyin cinlerden biri ansızın gelip beni korkutuyor... Bana neyi tavsiye edersiniz?" Peygamber Efendimiz de bana şu şekilde dua edip Allah'a iltica etmemi tavsiye buyurdular:
"Allah'ım ben Sana, Senin o iyi veya kötü hiçbir varlığın dışına çıkamıyacağı kelimât-i tâmmeni vesile ederek, yeryüzünde gizlenen veya aşikâre olan, yeryüzünden yukarı çıkan veya yukardan yeryüzüne inen serlerden sığınırım ve ansızın gelip de beni korkutan şeyden de sığınırım... Ancak hayır ve iyilikle gelen hâriç... Ey Rahman olan Rabbim, bütün bunlardan beni Sen koru..." [2]
İbn-i Sa'd, İmrân bin Husayn'dan, babasının şöyle dediğini naklediyor: "Ben Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından ayrılırken, ne dememi tavsiye edeceğini sormuştum. O da bana: "Allah'ım beni nefsimin şerrinden koru ve bana doğru olana azmetmemi nasîb eyle!" dememi tavsiye etti. Ben de bu şekilde söyledim. Ben, bu şekilde söylerken henüz müslüman olmuş değildim. Fakat anîden müslüman olmak kararma vardım ve müslüman oldum. Sevinerek Hazret-i Peygamber'e koştum ve durumu kendisine müjdeledim..." [3]
İbn-i Sa'd Ebâ Bekir bin Muhammed'den nakleder. O şöyle demiştir: "Yılanlı Kayacıklar" denilen yerde, Abdullah bin Sehl'i yılan sokmuş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise: "Onu hemen Umara bin Hazm'a götürünüz" buyurmuş. Oradakiler demişler ki: "Ey Allah'ın Resulü, o ölüyor!" Peygamberimiz de tekrar: "Eğer siz onu Umara bin Hazm'a götürürseniz, o da ona okursa, Allahü teâlâ kendisine şifâ verir" buyurmuştur. Onu hemen ona götürmüşler. O da onu okumuş. Allah da şifâsını lütfetmiştir."
Yine İbn-i Sa'd, Sehl bin Ebû Has'ama'dan rivayet ediyor. O şöyle diyor: "İçimizden birini "Yılanlı Taşlık" denilen yerde yılan sokmuştu... Amr bin Hazmın ona okumasını istediler. O ise okumak istemedi. Peygamber Efendimiz oraya gelince ondan izin istenildi. O da: "Bakayım ne okuyacaksınız! Okuyacağınız şeyi bana arz ediniz" buyurdu. Arz ettiler... O da izin verdi." [4]
İbn-i Sa'd'ın bir
rivayeti de Abdurrahmân bin Sâbit'ten. O şöyle demiştir: "Halid bin Velîd
uyuyamamak hastalığına tutuldu. Halini Hazret-i Peygamber'e
arzettiğinde o kendisine şu tavsiyede bulundu. "Ey Hâlid, şu şekilde dua
edip Allah'a sığın:"Ey yedi kat göklerin ve onun altındakilerin, arzların
ve onun üzerinde taşıdıklarının Rabbi olan Allah'ım! Keza bütün şeytanların ve
onların yoldan çıkardıklarının Rabbi olan Allah'ım!... Sen benim komşum ve
yoldaşım ol da beni bütün yarattıklarının şerrinden koru! Senin komşuluğun
altında onlar bana karşı bir kötülük yapamaz, bana saldıramazlar... Senin
komşuluğun ne güzel ve ne büyüktür, Allah'ım! Ve Sen'den başka hiç bir ilâh
yoktur!"[5]
Buharî ve Müslim Ebû Saîd
el-Hudrî'den rivayet ederler. O şöyle demiştir: "Ben, Peygamber
Efendimiz'in ashabından bâzıları ile seferde bulunuyordum... Arap
kabilelerinden birine uğramıştık. İçlerinden birini kuyruklu sokmuş, adam da bu
yüzden komaya girmişti... Bizim içimizden biri, bu adama Fatiha Sûresi'ni
okudu. Adam da Allah'ın izniyle şifâya kavuşup iyileşti." [6]
Beyhekî Harice bin
el-Salt'tan şöyle nakleder: "Amcam bir gün yoluna giderken bir kavme
rastlamış, içlerinden biri deli olduğu için, boyuna adamcağızı dövüyorlarmış.
Amcamı görünce demişler ki: "Şu zavallı adamı tedâvî edip iyileştirecek
bir şeyin var mı? Senin arkadaşın, (Peygamberiniz) bütün insanlara iyilikle
gönderilmiş bir hayırlı kimsedir..." Amcam da, onların bu ricasını
kırmayıp üç gün müddetle ve her gün ikişer defa olmak üzere Fatiha Sûresini
okuyuvermiş... Hastaları da iyi olmuş. Bu sebeple amcama yüz koyun vermişler. O
da bunu Peygamberimiz'e sorduğunda: "Bâzısı batıl bir iş yaparak haram
yer, fakat sen hak olan bir iş yaptın, helâl olarak bunları ye!" cevâbını
almıştır..." [7]
Beyhekî İbn-i Abbâs'tan rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İsrâ Sûresi'nin: "de ki: İster yâ Allah diyerek ister yâ Rahman diyerek çağırın. Hangisiyle çağırıp dua etseniz, nihayet Esmâ-i Husnâ (en güzel isimler) ancak onundur!..." âyetiyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Bu âyetin yatmazdan önce okunması, hırsızlık tehlikesine karşı, bir emniyet vesilesidir."
Peygamberimiz'in zamanında, O'nun ashabından biri, yatmazdan önce bu âyeti okuyup yatmıştı... Derken henüz o uyumadan evine bir hırsız girdi. Hırsız evde ne varsa toplayıp çuvalına doldurdu. Çuvalı sırtlayıp kapıya vardı. Fakat kapı kapalıydı. Çuvalı yere koyup kapıyı açmak istedi. Fakat, kapının açık olduğunu gördü. Kapı zâten acıkmış diyerek çuvalim sırtına aldı, kapıdan çıkmak istedi. Fakat gördü ki kapı kapalıdır. Bunu üç defa tekrarlamak zorunda kaldı. Çıkmaktan âciz olduğunu anlıyarak hayretler içinde kaldı. Bu sırada ev sahibinin güldüğünü işitti... Ev sahibi kendisine dedi ki: "Boşuna uğraşıyorsun, sen bu çuvalla bu evden çıkamazsın... Çünkü ben bu evin etrafını kale ile çevirmiş durumdayım!" Bunun üzerine hırsız, çuvalım boşaltarak evi terketmek zorunda kalmıştır..." [8]
İbn-i Sa'd, Ebân
bin Ayyâş'tan şöyle nakleder: Bir gün Enes bin Mâlik meşhur Haccâc-ı Zâlim ile
konuşurken, ona karşı biraz söylendi. Haccâc da kendisine kızarak: "Eğer
senin Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) hizmetin
ve emira'l-müminmin senin hakkındaki bana gönderdiği yazı olmasaydı, bana karşı
böyle konuşmayı sana gösterirdim ben!" dedi. Enes ona şu karşılığı verdi:
"Ne istersen şöyle, amma sen boşuna konuşuyorsun! Zira ben, bülûga erdiğim
günlerimde idim. Bu sırada Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bâzı
dualar öğretti ve sıdk u ihlâs ile bu şekilde Allah'a dua ve niyazda bulunduğum
takdirde, zâlimlerin zulmünden kurtulacağımı ve bâzı ihtiyaçlarımın te’mîninde
de kolaylıklar elde edeceğimi buyurmuştur.
Mü’minlerle karşılaştığımda da, onların
sevgisine mazhar olacağımı müjdelemiştir."
Enes'ten bu sözleri duyan Haccâc:
"Bana da bu duayı öğretsen olmaz mı?" dedi. Enes: "Olmaz, zira
sen buna lâyık değilsin!" cevâbını verdi. Bunun üzerine Haccâc, iki oğluna
iki bin dirhem vererek: "Bakınız, bir fırsatını bulup bu duayı bu
ihtiyardan öğrenmeye gayret ediniz!" diyerek Enes'in peşine taktı ise de,
onlar da bunu ondan öğrenmeye muvaffak olamadılar... Vaktaki Enes'in vefatına
üç gün kaldı, bana dedi ki: "Ey Ebân, sana bu duayı öğreteceğim, fakat sen
sakın bunu lâyık olmayan birisine öğretmeye kalkışma!" İşte, şimdi aklımda
kaldığı kadarıyla Enes'in öğrettiği bu dua, aşağı-yukarı şu merkezde idi:
"Allahü ekber, Allahü ekber,
Allahü ekber. Nefsim ve dînim üzerine bismillah, Allah'ın bana verdiği her şey
üzerine bismillah, isimlerin en hayırlısı bismillah! Kendisiyle beraber hiçbir
derdin zarar veremeyeceği bir isim olan bismillah. Ben, açışı bismillah ile
yaparım, ancak Allah'a tevekkül ederim! Ancak Allah'tır benim Rabbim, hiç bir
kimseyi ona ortak koşmam! Ey Allah'ım, senden başkasının asla veremeyeceği
hayrı istiyorum, senden. Senin övgün çok yücedir, komşuluğun da çok büyüktür! Ve
Senden başka ilah da yoktur! Beni Senin, koruman ve komşuluğunda kıl, her
kötülük ve serden, kovulmuş şeytandan hıfzeyle! Allah'ım, yarattıklarından sana
sığınıyorum. Ancak Senin korumana güveniyorum..." (Bu duaya başlamadan
önce, yedi defa İhlâs Sûresi okunacaktır...) [9]
Hatîb-i Bağdadî, Ruvâtü Mâlik adlı
kitabında, İbn-i Ömer'den şöyle nakleder: Adamın biri,
Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip:
"Ey Allah'ın Resulü, dünyâ hiç benim yüzüme gülmemektedir. Bana bu hususta
bir dua öğretseniz!" diyerek mürâcatta bulundu. Peygamberimiz de
kendisine: "Meleklerin duasını, mahlûkâtın da edip de bol nimet ve rızka
kavuştukları tesbîhi, sen bilmiyor musun?" buyurdu ve ona şu mealde bir
tavsiye de bulundu:
"Tam tan yerinin ağarmaya
başladığı sırada, yüz defa şöyle söyle:
"Allah'a hamdeder ve O'nun her
nevî kusur ve ayıplarından münezzeh olduğuna inanırım! Çok büyük ve yüce olan
Allah'ım; gerçekten münezzeh ve mukaddestir! O'nu tesbîh ve tenzih
ederim!"
Bu şekilde yüz defa Allah'a tesbîh ve
tahmîdde bulun. Dünyanın senin de yüzüne güldüğünü, koşarak sana geldiğini
göreceksin!"
Adam, Peygamber Efendimiz'in kendisine
olan bu tavsiyesini aynen yerine getirdi. Bir müddet sonra, yine Resûlüllah'ın
huzuruna gelip: "Ey Allah'ın elçisi, dünyâ o kadar koşarak bana geldi, o
kadar zengin oldum ki, şimdi dünyâ malını nereye koyacağımı bilemiyorum!"
dedi." [10]
Buhâri İbn-i Ömer'den rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından bâzıları, bâzı rüyalar görür ve bunu Peygamber Efendimiz'e arz ederlerdi. Resulüllah Efendimiz de onların bu rüyası hakkında, Allah'ın dilediği bazı şeyler söylerdi. Ben ise, henüz yeni yetişmekte olan bir genç idim ve Mescid'de yatar kalkardım. Henüz evlenmediğim için, buradaki Ashâb-ı Suffe ile birlikte kalırdım. Ashâbtan bâzılarının gördükleri o güzel rü'yalara imrendiğim için, bir gün kendi kendime şöyle dedim: "Ey Abdullah, eğer sen de bir hayır olsa idi, bu zâtların gördüğü gibi, sen de hayırlı bir rüya görürdün..." Böyle düşündüğüm günün gecesinde, Allah'a dua edip yalvardım ve dedim ki: "Ey Allah'ım, eğer bende bir hayır varsa, ben kuluna da hayırlı bir rüya göster!"
İşte böyle dua edip yattım ve uyudum... Rüyamda, ellerinde demirden kamçılar bulunan iki melek geldi ve beni cehenneme doğru götürdüler... Ben, bu iki meleğin arasında giderken, yine: "Ey Allah'ım, beni cehennemden koru!" diyerek dua ediyordum... Derken karşıdan bir melek daha göründü, bana hitaben dedi ki: "Hiç korkma, sen, namazı fazla kılansın, ne iyi insansın!" O da bizimle gelerek nihayet cehennemin kenarına vardık... Cehennemin, bir kuyu gibi kademe kademe aşağıya doğru derinleştiğini ve her kademede bâzı melekler bulunduğunu gördüm... Onların da ellerinde demir kamçılar vardı. Bu kademelerde de birtakım insanlar başı aşağı asılmış azâb olunmakta idiler... Hatta içlerinde Kureyş'ten bâzı tanıdığım kimseleri de gördüm... Beni sağ tarafa doğru götürdüler... Artık, cehennem gözümden kaybolmuştu..." Bu rüyamı sabahleyin kardeşim Hafsa'ya anlattım... O da Resûlüllah'a anlatmış. Resûlüllah da bana bu hususla ilgili olarak buyurdu ki: "Abdullah, gerçekten iyi bir kişidir!" [11]
Buhâri yine İbn-i Ömer'den şöyle nakleder: Gördüğüm bir rüyada: Elimde bir ipek parçası bulunuyordu ve ben cennette idim. Cennette nereye gitsem, bu ipek parçası da uçup benimle beraber geliyordu. Ben bunu Hafsa'ya anlattım. O da Resûlüllah'a anlatmış. Resûlüllah da ona: "Senin kardeşin iyi bir kimsedir" buyurmuştur...
Buhâri, Abdullah bin Selâm'dan nakleder. O şöyle demiştir: "Rüyamda ben, bir güzel bahçede geziniyordum. Bahçenin tam ortasında bir yüksek direk vardı. Direğin üzerinde de tutunulacak bir kulp vardı. Bana denildi ki: "Haydi ne duruyorsun, bu direğe çık!" Ben de: "Buna gücüm yetmez!" dedim... O sırada taze bir genç gelip elbisemden tutarak beni yukarı yükseltti... Baktım, tâ direğin üzerindeyim... Oradaki kulpa sımsıkı tutundum. Derken uyanıvermişim... Fakat hâlâ elimle o kulpa tutunuyordum... Bu rüyamı, Resûlüllah Efendimiz'e anlattım, o da bana hitaben: "Gördüğün bahçe, İslâm bahçesidir! Direk de İslâmın direğidir. Direğin ucundaki kulp da, urve-i vüskâ'dır, İslâmın kopmaz kulpudur! Sen, hiç ayrılmadan ölünceye kadar İslama sarılıp tutunacaksın" buyurdu.
İbn-i Sa'd, yine Abdullah bin Selâm'dan rivayet eder. O şöyle anlatır: "Ben, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında bir rüya görmüştüm. Şöyle ki: Adamın biri bana gelip: "Haydi bakalım, benimle gel!" dedi. Beni alarak çok geniş bir caddeden götürmeye başladı. Yürürken, sola bir yol açıldı. Ben bu yola sapmak istedim, yanımdaki adam ise: "Sen bu yolun adamı değilsin!" dedi. Gitmeye devam ederken, bu sefer de sağa bir yol ayrıldığını gördüm ve bu yola saptım, yanımdaki adam hiç itiraz etmedi. Onunla birlikte giderken yalçın kayalarla dolu bir dağa rastladık... Yanımdaki adam beni tutup o dağa öylesine fırlattı ki, ben kendimi dağın zirvesinde buldum... Uçuruma yuvarlanmamak için oradaki kulpa sımsıkı sarılmamı söyledi. Ben de sımsıkı ona tütündüm... Derken uyanıvermişim... Ben, bu rüyamı Peygamber Efendimiz'e anlattım. O da bana dedi ki: "Hayırlı bir rüya görmüşsün. Şöyle ki: Gördüğün o geniş cadde mahşer yeridir. Giderken solunda arız olan yol ise, cehennemliklerin yoludur. Sağına açılan yol ise; cennetliklerin yoludur. Yalçın kayalıklarla dolu olan dağ, şehîdlerin mertebesidir. Tutunduğun kulp ise, İslâmın kulpudur, İşte buna, ölünceye kadar sımsıkı tutunmalısın." [12]
Beyhekî, Talha bin Ubeydullah'ın şöyle dediğine dair bir haber nakletmiştir: Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) Bülâ'dan iki adam geldi. İkisi birlikte müslüman oldular... Bunlardan biri, diğerinden daha çok ibâdet ederdi. Bu daha çalışkan olan kişi, katıldığı bir savaşta şehîd oldu. Diğeri de bir sene sonra vefat etti. Bu ikincinin vefatından sonra idi. Rüyamda Cennetin kapısında imişim... Baktım bu iki kişi de oradalar. Cennetten biri geldi; önce, bir sene geç vefat edeni çağırıp cennete aldı. Sonra tekrar gelip ikincisini cennete aldı. Sonra gelip bana dedi ki: "Sen geri dön, şimdilik senin cennete girmene izin verilmedi. Ben bunu, ertesi gün insanlara anlattım. Onlar da bunu hayretle karşılayıp: "Niçin, önce şehîd olanı cennete çağırmamıştır?" demek istediler... Bu konuşulanların üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular: "Bu, diğer arkadaşından bir sene daha fazla yaşayıp bu müddet zarfında fazlaca namazlar kılmış, Ramazan'a yetişip oruç tutmuştur."
Yine Beyhekî, Ebû Sâid el-Hudrî'den rivayet eder. O da şöyle anlatmıştır: "Rüyamda ben, Sâd Sûresini okuyordum... Bu suredeki secde âyetine gelince, her şey secde etti. Bu sırada Levh ve Kâlemi de gördüm... Sabahleyin Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) giderek rüyamı anlattım. O da buyurdu ki: "Bu âyet okunduğu zaman secde edilsin!"
Buharî ve Müslim, İbn-i Ömer'den rivayet ederler: Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabından pek çokları rüyalarında, Kadir Gecesi'nin Ramazan'ın son yedi günü içinde bulunduğunu gördüler... Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Görüyorum ki, rüyalarınız, Kadir Gecesinin Ramazan'ın son yedi günü içinde olduğu üzerine ittifak etmektedir. O halde Kadir Gecesini taharri edecek (araştıracak) olanlar, onu Ramazan'ın son yedi günü içinde arasınlar" buyurdu. [13]
Darimî Ebû Ümâme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir gün benim kardeşim rüyasında, insanların uzun ve uçurum bir dağa doğru tırmandıklarını görmüş... Bu dağın zirvesinde ise, iki ağaç varmış. Ağaçlar, dağın zirvesine tırmanan insanlara: "içinizde Bakara Sûresini okumasını bilen var mıdır? içinizde Al-i İmrân Sûresini okumasını bilen var mıdır?" diye nida ediyorlarmış, içlerinden biri: "Evet, bilenimiz vardır" diye ses verdiği zaman, bu iki ağaç o adama yaklaşıp eğilmiş. Adam da o ağaçlara tutunmuş. Böylece dağın zirvesine doğru yükselmiş..."[14]
Alimlerimiz demişler ki: "Herhangi
bir Peygambere verilmiş bulunan bir mucize veya faziletin bir benzeri veya onun
daha büyüğü, mutlaka Peygamberimize de (sallallahü aleyhi ve sellem) verilmiştir."
[15]
Burada buna bir misâl olarak: Yüce
Allah'ın Âdem'i kendi eliyle yaratmış olmasını ve melekleri secde
ettirmiş ve esmayı öğretmiş olmasını zikredebiliriz... Alimlerin bâzıları
demişlerdir ki: "Bâzılarına göre, Âdem (aleyhisselâm), İşte bu
sırada Peygamber olmuş ve meleklere Peygamber olarak gönderilmiştir. Onun
mucizesi de, eşyanın isimlerini meleklere haber vermesi olmuştur. Aynı zamanda Allah'ın
kendisiyle konuşması olmuştur.
Âdem (aleyhisselâm)'a
verilen bu mucize ve özelliklerin benzerlerinin Peygamber Efendimiz'e de
verilmiş olmasına gelince: Evet, bütün bunların benzerleri Peygamberimiz'e de
verilmiş bulunmaktadır. Allah'ın kendisiyle konuşmuş olması mucizesi, bundan
evvelki "İsrâ ve Mi'râc" bahsinde geçmiştir. [16]
Meleklerin kendisine secde etmesine
gelince: Alimlerden bâzıları demişler ki: "Yüce Allah'ın: "Allah ve
melekleri Peygamber'e salât etmekte (O'nun şerefini yükseltmekte) dir"
[17]mealindeki âyetiyle beyân buyurduğu özellik; meleklerin Âdem'e secde
etmiş olmaları özelliğinden, iki yönden daha ileri ve daha geniş bir
özelliktir. Şöyle ki: "Bir defa, Âdem (aleyhisselâm)'a âit
bulunan bu özellik, olmuş ve geçip gitmiştir. Allah ve meleklerin
Peygamberimize olan salâtları ise; geçici değil, devamlıdır, ikincisi: Âdem'e secde
edenler sâdece meleklerdi. Başkaları değil... Resulüllah Efendimiz'e ise,
Allah, melekleri ve mü’minler salât etmektedirler..." [18]
Bilindiği üzere, yüce Allah âyet-i kerîmesinde: "Biz onu yüce bir mekâna yükselttik" buyurmuştur.[19] Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de, şüphesiz (İsrâ ve Mi'râc Gecesi), Kâbekavseyn makamına yükseltilmiştir." [20]
Bu hususta Ebû
Nuaym der ki: Nuh (aleyhisselâm)'a
verilen mucizeler şunlardır: Duasının kabul buyurulması, kavminin tûfân ile
batmış olması... Bizim Peygamberimiz'e de duasının müstecâb olması mucizesi verilmiştir
ve bunun pek çok örnekleri vardır; Şöyle ki: Namaz kılarken sırtına işkembe
koyanlara beddua etmesi, kıtlık ve kuraklık zamanlarında yağmur ve bereket için
dua etmesi, kabul olunan dualarındandır."
Yine Ebû Nuaym der
ki:"Peygamberimizin Nuh (aleyhisselâm)'a
üstünlüğü aşikârdır. Yirmi küsur sene gibi pek kısa zamanda Peygamber
Efendimize îmân etmiş olanların sayıları binlere varırken, insanlar ferd ferd
değil, fevc fevc onun dînine gelip müslüman olurken; Nuh (aleyhisselâm) kavmi
içinde dokuz yüz elli sene kalmış olmasına rağmen, kendisine imân etmiş
olanların sayısı yüzü bulmamakta idi. [21]
Ben derim ki: Nûh (aleyhisselâm)'a
verilen mucizeler arasında, gemideyken bütün hayvanların kendisine itaat etmiş
olduğunu da söyleyebiliriz... Keza ilgili bölümde geçtiği gibi, Peygamberimiz'e
de çok sayıda hayvanat itaat etmiştir." [22]
Ebû Nuaym, bu
hususta şöyle demiştir: "Hûd (aleyhisselâm)'a rüzgar
mucizesi verilmiştir. Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) de, Hendek
Gazvesine âit bahiste geçtiği gibi, rüzgarla yardım ve imdâd mucizesi
verilmiştir."[23]
Ebû Nuaym der ki: "Salih (aleyhisselâm)'a (dokunulması yasak) deve mucizesi verilmiştir. Peygamber'e de (sallallahü aleyhi ve sellem); devenin kendisiyle konuşması ve kendisine itaat etmesi mucizesi verilmiştir." [24]
İbrâhim (aleyhisselâm)'a
ateşten necat (ateşten yanmama) mucizesi verilmiştir. Peygamberimiz'e âit
benzeri bir mucize de, bundan önceki ilgili bölümde geçti...' Ayrıca İbrâhim (aleyhisselâm)'a,
"Hıllet" (Allah'ın Halîli, yâni dostu olma) mucizesi de verilmiştir.
Peygamberimiz'e de aynı mucize verilmiştir.
Nitekim İbn-i Mâce ve Ebû
Nuaym şöyle rivayet ederler. Amr bin el-Âs'ın oğlu Abdullah
anlatıyor: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu:
"Allah, gerçekten İbrahim (aleyhisselâm)'ı halîl
edindiği gibi, beni de halîl edindi! Cennette İbrahim ile benim makamım,
yüzyüze olacaktır. Aramızda ise amcam Abbâs bulunacaktır. Abbâs iki halîl
arasında tam bir güven içinde bulunacaktır..." [25]
Ebû Nuaym, Ka'b
bin Mâlik'in şöyle dediğini rivayet eder: "Ben Peygamberden (sallallahü
aleyhi ve sellem) işittim. O, vefatından beş gün önce şöyle buyurdu:
"Allah, arkadaşınızı (Peygamberinizi), gerçekten halîl ittihâz etti!"
Yine Ebû Nuaym, İbn-i
Mes'ûd'dan da şu haberi nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu: "Eğer ben rabbim'den başka halîl edinseydim,
şüphesiz Ebû Bekr'i halîl edinirdim! Fakat sizin Peygamberiniz, Allah'ın
halîlidir!"
Ebû Nuaym der ki: İbrahîm
(aleyhisselâm), Nemrûd'a karşı üç türlü koruma ile
korunmuştur. Keza ilgili âyetlerin haber verdiği gibi, Peygamber Efendimiz de
müşriklere karşı pek çok kere korunmuştur. Yine İbrâhîm (aleyhisselâm) Nemrûd'a
karşı kesin delilini ortaya koyarak onu susturmuş; ilâhî burhan ve hüccetleri
zikrederek mağlûb etmiştir. Keza Peygamber Efendimiz de, Übeyy bin Halef gibi
bu ümmetin nice nemrûdlarını ilâhî beyan ve hüccetler serdederek susturmuştur.
Nitekim Übeyy bin Halef bir defasında Hazret-i Peygamber'e gelmiş
ve elinde tuttuğu çürümüş kemiği ufalıyarak, öldükten sonra dirilmeyi inkâr
ettiğini ortaya koymuş: "Bu çürümüş kemiği kim diriltecek?" diyerek
Allah'ın kudretine karşı meydan okumuştu... Yüce Allah da bunun üzerine:
"Kendi yaratılışını unutarak Bize bir mesel verdi. "Şu çürümüş
kemikleri kim diriltecek?" dedi. De
ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek! O, her yaratmayı bilendir!"
[26] mealindeki âyetlerini indirerek ona ilahî hüccet ve burhanını bildirdi, işte
bu, dosdoğru ve apaçık bir burhandır..."
Ebû Nuaym, daha
sonra der ki: İbrâhim (aleyhisselâm), kavminin putlarını kırmıştı... Bizim
Peygamberimiz de kavmi Kureyş'in Kabe etrafına doldurdukları üç yüz altmış putu
kınp yerle bir etti. Ki buna dâir hadisin, Mekke'nin Fethi bölümünde geçtiğini
hatırlatmış olalım..."[27]
İsmâîl (aleyhisselâm)'a sabır
ve metanet mucizesi verilmiştir. Bu husus, bundan önce Peygamberimiz'in
göğsünün yarılması mûcizesiyle ilgili bölümde geçmişti... Peygamberimiz'e
verilen bu mucizenin, İsmâîl (aleyhisselâm)'a
verilen sabır mucizesinden daha büyük olduğu da orada belirtilmişti...
Gerçekten de bu böyledir... Zira İsmâîl (aleyhisselâm) Allah'ın
emri istikâmetinde kurban olmaya rızâ göstermişti, fakat kurban edilmemişti...
Efendimiz'in bundan daha büyük bir sabır isteyen Göğsünün Yarılması Mucizesi
ise, aynen meydana gelmiş ve yaşanmış bir mucizedir.
Keza İsmâîl (aleyhisselâm)'a,
kesilmekten kurtuluşu için koç feda edilmişti. Efendimizin babası Abdullah'a da
kesilmekten kurtuluşu için yüz deve feda edilmiştir. İsmâîl (aleyhisselâm)'a Zemzem
verilmişti... Keza Efendimiz'in dedesi Abdül-Muttalib'e de, Zemzem'i yeniden
kazıp çıkarma verilmiştir, İsmâîl (aleyhisselâm)'a Arap
dili verilmişti... Keza Peygamberimiz'e de Arapçayı en güzel ve üstün bir
şekilde konuşmak verilmiştir.
Bu hususta Hâkim'in
Cabir'den rivayeti şöyledir: "Resûlüllah Efendimiz buyurdu: "Şu Arab
lisânı, bir ilham olarak İsmâîl (aleyhisselâm)'a
verilmiştir!" [28]
Ebû Nuaym'in ve
başkasının Ömer'den rivayetleri ise şöyledir: "Ben bir gün
Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey
Allah'ın Resulü, aramızda Arapçayı en güzel ve üstün bir şekilde konuşanımız
sensin. Halbuki sen, Arapçayı aramızda öğrenmiş de değilsin" diye sordum.
O'nun verdiği cevap ise şöyle olmuştur: "İsmâîl (aleyhisselâm)'ın
Arapçası zamanla bozulup unutulmaya yüz tutmuştu... Cebrâîl (aleyhisselâm) gelip
bana Arapçayı tâlim etmiştir."[29]
Cilrcâni, Emâlî adıyla meşhur bulunan eserinde Ebû'l-Hasan Ahmed bin Muhammed tarikiyle ve el-Tenûhî'ye kadar varan uzun bir senedle, şöyle bir haber zikreder: "Yakûb (aleyhisselâm)'a, Yusuf un kardeşleri gelip "Onu kurt yedi" dedikleri zaman; Yakûb (aleyhisselâm) bu kurdu çağırdı ve ona: "Sen, benim iki gözümün nuru olan Yusuf umu yedin mi?" diye sordu. Kurt: "Asla, böyle bir şey yapmadım!" dedi. Yakûb: "Peki sen nereden gelip nereye gidiyorsun?" diye sordu. Kurt da: "Ben, Mısır'dan gelip Cürcân'a gidiyorum" cevâbını verdi. Yâkûb tekrar sordu: "Cürcân'da senin ne işin var?" Kurt da dedi ki: "Ben, senden önceki Peygamberlerin: "Her kim, bir dostunu veya yakınını ziyaret ederse, onun her adımı başına bin hasene (sevaplı iş) verilir, bin günâhı bağışlanır, derecesi de bin derece daha yükseltilir" demiş olduklarını işitmiştim... Benim yakınım olan kurtlardan birinin Cürcân'da bulunması ve bu sevabı kazanmak arzusuyla oraya gidiyorum..."
Yâkûb (aleyhisselâm), evladlarını çağırıp: "Haydi bu hadîsi yazınız!" diye emretti. Kurda da, anlattığı hadîsi tekrarlamasını istedi. Fakat kurt, bu teklifi kabul etmedi. Yâkûb'un, niçin kabul etmediğini sorması üzerine de: "Ben bunlara karşı bu hadîsi söyleyemem, zira bunlar günahkârdır!" cevâbını verdi."
Bundan önce geçtiği gibi, Peygamber Efendimiz'e de, kurt ile konuşma mucizesi verilmiştir. Ebû Nuaym der ki: "Yâkûb'a, sabr mucizesi de verilmişti. Yusuf un firakı üzerine neredeyse üzüntüsünün şiddetinden tükenip öleyazmıştı... Fakat sabretti. Keza Peygamberimiz de, oğlu İbrâhîm'in ansızın ölümü ile karşılaştı, başka oğlu olmadığı halde buna sabredip razı oldu. Böylece O'nun sabrı, Yâkûb'un sabrından daha üstün oldu..." [30]
Ebû Nuaym der ki:
Yusuf (aleyhisselâm)'a verilen mucize, onun bütün nebî ve
resullerden ve hattâ bütün insanlardan daha güzel olması idi. Bizim
Peygamberimiz'e verilmiş bulunan güzellik ve cemâl ise, hiç bir kula verilmemiş
derecede idi. Yusuf (aleyhisselâm)'a verilmiş bulunan güzellik ile, Peygamber
efendimiz'e verilmiş bulunan güzellik, eğer karşılaştırılacak olursa;
güzelliğin tamâmının sevgili ve güzel Peygamberimiz'e, bunun yansı kadarının da
Yusuf (aleyhisselâm)'a verilmiş olduğunu söylememiz gerekir
[31]
Yusuf (aleyhisselâm), ana-babasından
ve vatanından ayrılmak zorunda bırakılmıştı... Peygamber Efendimiz de, ev halkını,
yakınlarını ve dostlarını bırakarak vatanından hicret etmek zorunda kalmıştır.
Fakat O'nun bu hicreti hiç şüphesiz Allah'a olmuştur." [32]
Mûsâ (aleyhisselâm)'a taştan
su fıştırtmak mucizesi verilmiştir. Bu önceki bölümlerde (Peygamberimiz'in
Peygamberliğinin ilk günleriyle ilgili bahiste) geçtiği gibi, Peygamber
Efendimiz için de vâki olmuştur. Ayrıca sevgili Peygamberimiz'in mübarek
parmaklarından da su fışkırdığı malumdur.
Ebû Nuaym der ki:
Peygamberimiz'in bu mucizesi, Musa (aleyhisselâm)'ın
taştan su fışkırtması mucizesinden daha büyüktür... Zira taştan su fışkırması,
örf ve adettendir. İnsan elinin (ki o et, kan ve kemiktendir) su fışkırtması
daha önceleri görülmüş bir şey değildir." [33]
Mûsâ (aleyhisselâm)'a
verilen mucizeler arasında, bulutun gölgelendirmesi de vardır. Bunun benzerinin
Peygamberimize de verildiğine dâir, bâzı hadîsler, daha önce geçmişti... Yine Musa
(aleyhisselâm)'a asâ mucizesi verilmiştir. Keza
Peygamberimiz'e de, kuru kütüğün kendisinden ayrılması sebebiyle inlemesi
mucizesi verilmiştir. Musa'nın asasının ejderhâya çevrilmesine karşılık da
Peygamber Efendimiz'e, Ebû Cehli korkudan titreten azgın deve mucizesi
verilmiştir. Ayrıca Musa'ya yed-i beyzâ mucizesi verilmiştir ki, elini
yakasından çıkardığı zaman bembeyaz parlardı. Keza Peygamberimiz'in ashabından
Tufeyl'e de bunun bir benzeri, Peygamberimiz'in hürmetine, yüzünde kandil gibi
parlayan bir nûr verilmişti. O, bunu yanlış anlıyacaklarından çekinerek dua
etmişti de, bu nûr eline geçmişti. Nitekim bu, onun müslüman oluşuyla ilgili
kısımda anlatılmıştır.
Musa (aleyhisselâm)'a
verilen mucizelerden biri, denizin kendisi için yarılması, bir diğeri de
Mennu-Selvâ idi. (Yani gökten yağan kudret helvası ve bıldırcın eti).
Birincinin benzeri olarak Peygamberimiz'e Mirâc gecesi, yerlerin ve göklerin
yarılması mucizesi verilmiştir. Diğerinin benzeri olarak da, Allah yolunda
cihadın semeresi olarak bol bol ganimetler verilmiştir.
Musa (aleyhisselâm)'ın kavmi
itaat etmeyince, o da onlar için beddua edip tufan, çekirge, kurbağa, kan ve
çeşitli haşerat ile terbiye edilmelerim istedi. Bunun Peygamberimiz'de olan
benzeri de, kavminin Yusuf (aleyhisselâm)'ın seneleri
kadar kıtlık ve kuraklık içinde kalmaları için olan duasıdır.
Musa (aleyhisselâm) Rabbi'ne
olan münâcatmda: "Yâ Rabbi, sen razı olasın diye sana çabuk geldim!"
dedi. [34]
Muhammed (aleyhisselâm) içinse
yüce Allah şöyle buyurdu: "-Habibim üzülme!- Rabbin sana verecek ve sen
razı olacaksın!" [35]
Diğer bir ayet-i celilesinde de yine
Peygamberimiz için yüce Allah şöyle buyurmuştur: "-Habibim, merak etme!-
Elbette biz seni, hoşlanacağın bir kıbleye döndüreceğiz." [36]
Yüce Allah Musa (aleyhisselâm)'a hitaben:
"Ey Musa, sen gözümün önünde büyüyesin diye senin üzerine tarafımdan bir
sevgi koydum." [37]
Bizim Peygamberimiz için ise yüce Allah
şöyle buyurmuştur: "Sen onlara de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana
uyunuz ki Allah da sizi sevsin!" [38]
Ebû Nuaym der ki: Dâvud (aleyhisselâm)'a, dağların kendisiyle beraber okuyup Allah'ı teşbih etmesi mucizesi verilmiştir. Bunun benzeri olarak da Peygamberimiz'e kum danelerinin, sofradaki yiyeceğin teşbih etmeleri verilmiştir. Nitekim bu, daha önceki ilgili bölümde anlatılmıştır. Keza Davud (aleyhisselâm)'a kuşların teshiri (itaat ettirilmiş olması) mucizesi verilmiştir. Peygamberimiz'e de bu kabil mucizelerin verilmiş olduğu hususu, önceki ilgili bölümlerde geçmiştir. Ayrıca Davud (aleyhisselâm)'a "Demirin yumuşatılması" mucizesi verilmiştir. Keza Peygamberimize de taşın ve kayanın yumuşatılması mucizesi verilmiştir.
(Burada söylediklerimizin tamamı da, Ebû. Nuaym'ın kelamıdır)[39]
Yine Ebû Nuaym der ki:
"Süleyman (aleyhisselâm)'a büyük bir mülk (hükümdarlık)
verilmiştir. Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) de
gerçekten çok büyük bir mülk verilmiştir. Ki bu, Süleyman (aleyhisselâm)'a
verilmiş olan mülkten de daha büyük idi. Yeryüzünün bütün hazineleri dahi ona
verilmiş bulunuyordu.
Süleyman (aleyhisselâm)'a
"rüzgarın teshiri" mucizesi de verilmişti. Keza Peygamber Efendimiz'e
de, bundan daha büyüğü verilmiştir. Süleyman (aleyhisselâm),
kendisinin emrine verilen rüzgar sebebiyle,
Süleyman (aleyhisselâm)'a bir de
"cinlerin teshiri" mucizesi verilmiştir. Cinler, ona itaat etmek
istemez, o da onları bağlar ve zorlardı. Sonunda cinler de kendisine itaat
ederlerdi. Peygamber Efendimiz'e ise cinler, diğer cinlerin temsilcileri ve
elçileri olarak gelmişler, bir zorlama ile değil kendi istekleri ile gelip imân
etmişlerdir. Dönüşlerinde de İslâm'ın temsilciliğini yapmışlardır. Cinlerin
kafirleri yani şeytanlar da Peygamberimiz'e itaat etmek zorunda kalmışlar, ona
yapmak istedikleri kötülüğü de asla yapamamışlardır. Hatta bir defasında büyük
şeytan gelip Efendimiz namazını kılmakta iken, Efendimiz'e zarar vermek
istemişse de zarar verememiştir. Efendimiz de onu Mescidin direğine bağlayıp,
bu kötü kasdı sebebiyle insanların huzurunda onu rezil etmek istemişse de,
bundan vazgeçip onu serbest bırakmıştır.
Süleyman (aleyhisselâm)'a verilen
mucizelerden biri de, kuşların mantığını yani konuşmasını anlaması idi.
Peygamber Efendimize de, bazı kuşların değil, bütün hayvanların halinden ve
dilinden anlama mucizesi verilmiştir. Fazladan olarak da, ağaçlar, taşlar ve
asâ ile konuşma mucizeleri verilmiştir ve bunlar, bundan önceki kendi
bölümlerinde belirtilmiş bulunuyor.[40]
Ebû Nuaym der ki:
"Yahya (aleyhisselâm), daha sabi iken, kendisine hüküm
verilmiştir. Herhangi bir günahı olmamasına rağmen, sürekli ağlayıp gözyaşı
dökerdi ve birbirine ulayarak oruç tutardı. Peygamber (sallallahü
aleyhi ve sellem) Efendimiz'e ise, şüphesiz bundan daha faziletli olanı
verilmiştir. Zira Yahya (aleyhisselâm), putlara ve suretlere tapılan bir
cahiliye içinde değildi. Peygamberimiz ise, câhiliyenin en koyusu içinde
bulunduğu halde kendisine büyük bir hikmet ve hüküm verilmiştir. Kendisi sabi
olmasına rağmen, puta tapanların içinde büyümesine rağmen; onların putlarından
hiç birine rağbet göstermemiştir! Onların bayram ve merasınılerinden hiç birine
katılmamıştır. Kendisinden hiç bir zaman bir yalan işitilmediği gibi, çocukça
bir hareket, yalana ve batıla ufacık bir meyli dahi görülmemiştir. Tuttuğu
oruçları ise, ertesi günün orucuna ulardı. (Fakat ümmetine bunu yasaklamış,
onların böyle yapmalarına izin vermemiştir.)
Sevgili Peygamberimiz buyururlardı ki:
"Ben, öyle bir halde gecelerim ki,
Rabbim bana bu esnada yedirir ve içirir! Sizler, bazı özel hallerimde kendinizi
bana kıyâs etmeyiniz! [41]
Keza Peygamber Efendimiz de çok
ağlardı. Bazen öyle ağlardı ki, mübarek göğsünün sanki kazan kaynıyormuş gibi
ses çıkardığı olurdu.
Yine Ebû Nuaym der ki:
"Eğer denilirse ki:'Yahya (aleyhisselâm), malum
hasur idi. Hasur, kadınlarla bir ilgisi bulunmayan (hiç evlenmemiş olan)dır.
Acaba bu hususta ne diyeceksiniz?" Biz buna karşı deriz ki: "Bizim
Peygamberimiz, bütün insanlığa son Peygamber olarak gönderilmiştir. Halkın
kendisine uymaları için evlenmekle emrolunmuştu. Zaten insanların fıtratına
uygun olan da budur."[42]
Yüce Allah bu hususta şöyle buyurdu: "Allah onu îsrâil oğullarına elçi olarak gönderecek. O da onlara: "Ben size Rabbi'nizden bir mucize getirdim: Ben, çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim, Allah'ın izniyle hemen kuş oluverir; körü ve alacalıyı iyileştiririm; evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm" der." [43]
İşte bu âyet-i celilede Îsâ (aleyhisselâm)'a verilen mucizeler, bildirilmektedir. Daha önce zikredildiği veçhile, Peygamber Efendimiz'e de bu kabil mucizeler verilmiş; o da hastaları iyileştirmiş, azası sakatlananların azalarını düzeltmiştir. Bedir ve Uhud Gavzelerinde gözü sakatlanan Katade'nin gözünü iyileştirmiş, Hayber Gazvesinde gözleri hasta olan Ali'nin gözlerini iyi etmiştir. Bunlar, daha önce ilgili bölümlerinde ve Peygamberimiz'in "gaybi haberleri" bölümünde geçmiştir.
Ebû Nuaym, Îsâ (aleyhisselâm)'ın çamurdan kuş yaratması mucizesine benzer bir muci?e olarak, Peygamberimiz'in, ashabından birinin elindeki hurma dalım demirden bir kılıca çevirmesi mucizesini zikreder. Nitekim buna dair bilgi, Bedir Gavzesi'ne ait bölümde geçmişti. [44]
Yüce Allah şöyle buyurur: "O (Îsâ), beşikte ve yetişkinlikte insanlarla konuşacak, iyilerden olacaktır." [45] Keza bizim Peygamberimiz'e de böyle bir mucize verilmiş olduğuna dair bir rivayet; Peygamberimiz'in doğumuyla ilgili bölümde geçti idi.
Hâkim'in İbn-i Mes'ud'dan rivayetine göre, Îsâ (aleyhisselâm) doğduğu zaman, yeryüzünde ne kadar put varsa, hepsi yüzüstü yere düşmüştür. Keza benzeri bir mucizenin Peygamberimiz'e de verildiğine dair ilgili rivayet, ait olduğu bölümde geçmişti.
Îsâ (aleyhisselâm)'a verilen mucizeler arasında zikredebileceğimiz, bir de onun semaya kaldırılmış olmasıdır. Ebû Nuaym bu hususta der ki: "Bu, bizim Peygamberimiz'in ümmetinden bazılarına da kısmet olmuştur. Bu meyanda Amir bin Füheyre'yi, Hubeyb'i ve Alâ bin el-Hadrami'yi söyleyebiliriz. Nitekim, bu da önceki bahislerde geçmiştir."
------------------------
[17] Ahzab suresi, 56
[19] Meryem suresi, 57
[26] Yasin suresi, 78-79
[34] Tahâ suresi, 84
[35] Duha suresi, 5
[36] Bakara suresi, 144
[37] Tahâ suresi, 39
[38] Al-i İmran suresi, 31
[43] Al-i İmran suresi, 49
[45] Al-i İmran suresi, 46