Peygamberimiz aleyhisselâm Taiften Mekke'ye geldikten sonra Kureyş müşrikleri ona karşı büsbütün sert ve katı davranmaya başlayınca, 235 Yüce Allah Peygamberimiz aleyhisselâma Arap kabilelerine başvurmasını emretti. 236

Bunun üzerine, Peygamberimiz aleyhisselâm her yıl hac mevsiminde 237 Ukâz, Mecenne ve Zülmecaz panayırlarına giderdi. 238

Arapların, Cahiliye devrinde, Mekke çevresinde kurulan ve:

Ukâz,

Mecenne,

Zülmecaz, diye anılan üç büyük panayırı vardı. 239 Bunlardan Ukâz panayırı, Arap panayırlarının en büyüğü idi. 240 Her yıl Kureyş kabileleri, 241

Hevazinler,

Gatafanlar,

Eşlemler,

Benî Harisler,

Adaller,

Dişler (Kareler),

Mustalıklar.. hep oraya konarlar, 242 her yerin eşrafı orada hazır bulunur, 243

Kabileler şairlerini orada bulundururlar, karşılıklı şiirler okutturur, övünür, dağılırlardı. 244

Ukâz; Necd'in yukarısında, Arafat yakı nında. 245 Taife bir, Mekke'ye iki gecelik bir mesafede idi. 246

Ukâz panayırı Zilkade hilali doğunca kurulur, yirmi gün devam ederdi. 247

Mecenne panayırı; Merruz-Zahran nahiyesinde, Esfardağı yakınında, Mekke'nin aşağı tarafında olup, Mekke'ye birberid (oniki mil) uzaklıkta idi. 243

Mecenne panayırı on gün kurulur, Zilhicce hilali görününceye kadar devam ederdi. Oradan ayrılarak Zülmecaz panayırına gidilirdi. 249

Zülmecaz; Ukâz'ın yakınında, 250 Arafat'ın arkasında olup, 251 Arafat'a uzaklığı bir fersah (oniki bin adım) idi. 252

Zülmecaz panayırı253 Zilhicce'nin birinci gününden, Terviye (Zilhicce'nin sekizinci) gününe kadar, 254 sekiz gün kurulur; sonra, oradan kalkılıp hac için Minaya doğru gidilir. 255 o gün Mina'da bulunulurdu. 256

Peygamberimiz aleyhisselâm, bu panayırlarda toplanmış bulunan:

1. Benî Âmir b. Sa'saa,

2. Muharib b. Hasafa,

3. Fezâra,

4. Gassan,

5. Mürre,

6. Hanife,

7. Süleym, S. Abs,

9. Benî Nasr,

10. Benî Bekkâ',

11. Kinde,

12. Kelb,

13. Harise b. Ka'b,

14. Uzre,

15. Hudârime... 257 gibi Arap kabilelerinin konak yerlerine kadar vanp, 258 onlara kendisini arz ve takdim eder;259 onları Allah'a, 260 Allah'ın birliğini ikrara, 261 yalnız O'na ibadet etmeye, 262 İslâmiyete263 davet eder; kendisinin onlara Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğini haber verir;264 kendisini tasdik etmelerini;265 Rabbinin elçilik vazifelerini açıklayıncaya ve yerine getirinceye kadar266 kendisine yardım etmelerini;267 kendisini barındırmalarını268 ve korumalarını onlardan isterdi. 269

Dilediğini yerine getirdikleri takdirde kendilerine Cennet verileceğini bildirerek: 270

" Kureyş müşrikleri beni Rabbimin Kelamını tebliğden men ettiler! Beni alıp kavimlerinin yanına götürecek adam yok mu?" diye sorarlardı. 271

Fakat, ne yazık ki, onlardan ne davetini kabul edecek, 272 ne kendisini barındıracak, 273 ne de kendisine yardım edecek bir kimse çıkmaz;274 aksine, kimisi Peygamberimiz aleyhisselâma suratını asar, kaba ve kat davranır;275 kimisi " Onu kendi kavmi daha iyi bilir, " 276 kimisi de, " İçinde bulunduğun cemaatin, kavmin seni daha iyi bilir! Onlar sana ne diye tâbi olmuyor?! " der, Peygamberimiz aleyhisselâmla tartışmaya kalkardı.

Peygamberimiz aleyhisselâm da, onlara gereken cevaplan verir ve kendilerini Allah'a imana davet etmeye devam eder, bir yandan da:

" Ey Allah! Sen dilemesen, herhalde, böyle olmazlardı! " diyerek şikâyetlenirdi. 277

Onlardan kimisi de:

" Bakınız hele! Kavmini bozup dağıtmış olan bir adam bizi ıslah edecek, düzeltecekmiş ha?! " diyerek laf atardı. 278

Yemen'den veya Mudarlardan, panayırlara gelmek üzere yola çıkacak olan bir kimseye, kavmi veya akrabası gelip:

" Sakın ha! Kureyşîlerin genci seni dininden döndürmesin! " diye uyarıda bulunurlardı. 279

Hazret-i Ali derki:

" Yüce Allah Arap kabilelerine kendisini arzetmesini Peygamberi aleyhisselâma emrettiği zaman, Resûlullah aleyhisselâm Minaya gitti.

Ben ve Ebu Bekir de kendisinin yanında bulunuyorduk. 280

Dönüp dol aşa dolaşa bir meclise vardık ki, o mecliste sükûnet ve ağırbaşlılık vardı.

Bakılınca, yaşlılarında usluluk, şekil ve şemaillerinde güzellik göze çarpıyordu.

Ebu Bekir onların yanlarına varıp selam verdi281 ve onlara:

'Siz hangi kavimdensiniz?' diye sordu.

'Biz, ' dediler, 'Şeyban b. Salebe oğullarıyız. '282

Ebu Bekir, Resûlûllah aleyhisselâma dönüp:

'Babam, anam sana feda olsun! ' dedi ve kavimleri içinde bulunan Mefrûk b. Amr, Hâni' b. Kabîsa, Müsenna b. Harise, Numan b. Şerik hakkında da:

'Bunlar Şeyban b. Salebe oğullarının izzet ve şeref sahibi kişileridir' dedi. 283

Bunlardan, Ebu Bekir'e en yakını da, Mefrûk b. Amr idi.

Mefrûk; yakışıklılığı, dilinin düzgünlüğü ve iki yandan göğsüne dökülen örgülü saçlarıyla, diğerlerine karşı üstünlük arzediyordu. 284

Ebu Bekir, ona:

'Sizde askerî hazırlık sayısı nasıldır ve kaçtır?' diye sordu.

Mefrûk:

'Biz binden fazlayız! Bin ise, azlığından dolayı yenilebilecek bir sayı değildir' dedi.

Ebu Bekir

'Size sığınanları koruma geleneği nasıldır?' diye sordu.

Mefrûk:

'Korumaya, olanca gücümüzü sarfetmemiz gerekir. Her kavim için, bir nasip ve saadet vardır' dedi.

Ebu Bekir

'Düşmanlarınızla aranızda savaş nasıldır?' diye sordu.

Mefrûk:

'Biz, düşmanla karşılaştığımızda, kızgın olmadıkça, çok sert ve sağlamız. Kızgın iken, düşmanla karşılaşmadıkça da, çok sert ve sağlamız.

Biz atlan evlatlara, silahları da sütlü sağmal develere üstün tutarız.

Yardımı da Allahtan bekleriz!

Allah bazan bize, bazan da karşımızdakine yardım eder.

Herhalde sen Kureyşli kardeşsin?' dedi.

Ebu Bekir

'Eğer size bir zâtın Resûlullah olarak kendisini halka arz ve takdim ettiği haberi erişmişse, işte o, şu zâttır! ' diyerek Resûlullahı gösterdi.

Mefrûk:

'Bize bu hususta bazı haberler erişmişti' dedikten sonra, Resûlullah aleyhisselâma dönüp:

'Ey Kureyşî kardeş! Sen insanlan nelere davet ediyorsun?' diye sorunca, Resûlullah aleyhisselâm gelip yanlarına oturdu.

Ebu Bekir de, ayağa kalkarak, Resûlullah aleyhisselâmı elbisesiyle gölgeledi.

Resûlullah aleyhisselâm, Mefrûk'a:

'Ben sizi Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Allah'ın şeriksiz bir olduğuna, benim de Allah'ın Resûlü bulunduğuma şehadet etmeye;

Yüce Allah tarafından bana emrolunan şeyleri yerine getirinceye kadar beni barındırmaya, korumaya;

Bana yardımcı olmaya. , davet ediyorum.

Çünkü, Kureyşliler Allah'ın emrine karşı koymuş, Allah'ın Resûlünü yalanlamış, bâtılı tutup haktan yüz çevirmiş bulunuyorlar.

Allah ki, herşeyden müstağnî, her türlü övülmeye lâyık olandır! ' buyurdu.

Mefrûk:

'Ey Kuneyşî kardeş! Sen daha nelere davet ediyorsun?' diye sordu.

Resûlullah aleyhisselâm, En'am sûresinin:

'De ki: 'Gelin! Üzerinize Rabbinizin neleri haram kıldığını ben okuyayım:

O'na hiçbir şeyi şerik koşmayın!

Babanıza, ananıza iyilikten aynlmayın!

Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin!

Sizin de, onların da rızkını, Biz vereceğiz.

Kötülüklerin açığına da, gizlisine de yaklaşmayın!

(Meşru) bir hak terettüp etmedikçe, Allah'ın haram kıldığı cana kıymayın!

İşte, Allah size, aklınızı başınıza alasınız diye, bunları emretti.

Yetimin malına, rüşdüne erişinceye kadar, o en güzel olandan başka bir suretle yaklaşmayın!

Ölçüyü, tartıyı tam ve doğru tartın!

Biz, bir kimseye, gücünün yettiğinden başkasını teklif etmeyiz.

Söz söylediğiniz zaman (leh ve aleyhinde söyleyeceğiniz kimse) hısım bile olsa, adaleti gözetin!

Allah'ın ahdini (verdiğiniz sözü) yerine getirin!

İşte, Allah size, iyice düşünesiniz diye, bunları emretti.

Şüphe yok ki, (emrettiğim) bu (yol), benim dosdoğru yol umdur.

O halde, ona uyun!

Başka (aykırı) yollara tâbi olup gitmeyin!

(Aykırı yollar) sizi O'nun (Allah'ın) yolundan ayınr.

İşte, Allah size bunları emretti ki, (kötülüklerden) sakınasınız! " [mealindeki 151-153. ] âyetlerini okudu.

Mefrûk:

'Ey Kuneyşî kardeş! Sen daha nelere davet ediyorsun?

Vallahi, bunlar yeryüzü halkının kelamlarından değildir!

Eğer onların kelamlarından olsaydı, biz onu çok iyi tanırdık' dedi.

Resûlullah aleyhisselâm, Nahl sûresinin:

'Şüphesiz ki, Allah; adaleti, iyiliği, akrabaya (muhtaç oldukları şeyleri) vermeyi emreder.

Taşkın kötülüklerden, münkerden (akıl ve şeriatın kötülüğüne hükmettiği şeylerden), zulüm ve tecebbürden nehyeder.

Size (bu suretle) öğüt verir ki, iyice dinleyip ve anlayıp tutasınız! ' [mealindeki 90. ] âyetini okuyunca da, Mefrûk:

'Vallahi, ey Kureyşî kardeş! Sen beni ahlâkın en üstünlerine ve amellerin en güzellerine davet ettin!

Seni yalanlayan kavim sana iftira etmiş ve karşı koymuştur! ' dedi.

Hâni' b. Kabîsa'nın da kendisinin sözüne ve görüşüne katılmasını istercesine:

'Bu Hâni' b. Kabîsa, bizim büyüğümüz ve din işleri başkanımızdır' dedi.

Bunun üzerine, Hâni' b. Kabîsa, Resûlullah aleyhisselâma:

'Ey Kuneyşî kardeş! Söylediklerini dinlemiş ve sözünü doğrulamış bulunuyorum.

Benim görüşüme göre; bizi davet ettiğin şeyin sonucunu iyice düşünmeden bizim için başı ve sonu olmayan bir mecliste dinimizi terkedip senin dinine uymamız, görüşte kayma, sürçme, akılda hafiflik, sonuçta kısa görüşlülük olur!

Görüş kayma ve sürçmesi ise, ancak acele ile birlikte bulunur.

Bununla beraber, arkamızda bulunan kavmimizin gıyabında herhangi bir akit yapmayı da uygun bulmuyoruz.

Fakat, şimdi sen de dön git! Biz de dönüp gidelim.

Biz de iyice düşünelim, sen de iyice düşün! ' dedi.

Mefrûk, Müsenna b. Hârise'nin de kendi görüşüne katılmasını istercesine:

'Bu, Müsenna'dır! Bizim büyüğümüz ve savaş işleri başkanımızdır' dedi.

Bunun üzerine, Müsenna, Resûlullah aleyhisselâma:

'Ey Kureyşî kardeş! Ben de, söylediklerini dinlemiş ve güzel bulmuşumdur.

Söylediğin şeyler hoşuma gitmiştir.

Sana tarafımdan verilecek cevap, Hâni' b. Kabîsa'nın verdiği cevaptır.

Biz iki bulanık su arasında konaklamış bulunuyoruz ki, onlardan biri Yemame, diğeri de Semâve'dir' dedi.

Resûlullah aleyhisselâm:

'Bu iki su, nelerdir?' diye sordu.

Müsenna:

'Onlardan birisi, karadan Irak'ın kasabalarına kadar bakan yüksek Arap toprakları, diğeri de Farşların ırmak ağızları ve Kisra'nın ırmaklarıdır.

Kisra; herhangi bir hadise çıkarmayacağımıza, bir hadise çıkarıcıyı barındırmayacağımıza dair bizden ahd almıştır ve orada ancak bu şartla konaklamış bulunuyoruz.

Senin bizi kabule davet ettiğin şu iş ise, hükümdarların hoşuna gitmeyebilir.

Arap beldeleri yakınında işlenen suçtan sahibi bağışlanabilir ve özrü kabul edilebilir, ama Fars beldeleri yakınında işlenen suçta sahibi bağışlanmaz ve özrü kabul edilmez.

Eğer sen Arap beldelerine yakın olan yerde Araplara karşı sana yardım etmemizi istiyorsan, bunu üzerimize alabiliriz' dedi.

Bunun üzerine, Resûlullah aleyhisselâm:

'Siz fena bir cevap vermediniz. Doğruyu açıkça dile getirdiniz.

Şüphe yok ki, her tarafından emin olmayan kimseler, Allah'ın dinine yardım etmeye kalkamazlar! ' buyurdu.

Ayağa kalktı. Ebu Bekir'in elinden tutup, onların yanlarından ayrıldı." 285

Rebia b. Abbâdü'd-Dilî der ki:

" Peygamber aleyhisselâmı Zülmecaz panayırında görmüştüm. 286 'Ey insanlar! 'Lâ ilahe illallah = Allah'tan başka ilah yok! ' deyiniz de, kurtulunuz! ' buyuruyor; 287 kendisi hangi caddeye girse halk da oraya gidiyor, 288 onun başına toplanıyor. 289 birbiri üzerine yığılıyorlardı. Orada, ne bir kimsenin birşey söylediğini, ne de onun sustuğunu gördüm. 290 O, hep:

'Ey insanlar! 'Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka ilah yok! ' deyiniz de, kurtulunuz! ' buyurup duruyordu. 291

Akik (şaşı) gözlü, 292 güzel, 293 yumru294 yüzlü, iki bölük halinde örgülü saçlı bir adam da, o nereye giderse arkasından gidiyor: 295

'Ey insanlar! 296 Bu, sizi aldatıp da, dininizden, baba ve atalarınızın dininden vazgeçirmesin! 297 Bu, dinden çıkmış bir yalancıdır! ' diyordu. 298

'Kimdir bu zât?' diye sordum.

'Muhammed b. Abdullah'tır. Kendisi, peygamber olduğunu söylüyor' dediler.

'Ya onun arkasında giden, onu yalanlayan, şu akik (şaşı) gözlü adam da kimdir?' diye sordum.

'O da, onun amcası Ebu Leheb'dir! ' dediler." 299

Rebia b. Abbâd, diğer rivayetinde de, şöyle der:

" Ben, yeni yetişmiş bir genç iken, babamla birlikte Mina'da bulunuyordum.

Resûlullah aleyhisselâm da, Arap kabilelerinin konak yerlerinde durup:

'Ey filan oğulları! Allah'tan başka, tapmış olduğunuz şu putları atarak, Allah'a hiçbir şeyi şerik koşmaksızın ibadet etmenizi; bana inanmanızı; beni doğrulamanızı; Allah tarafından gönderilmiş olduğum vazifeyi açıklayıp yerine getirinceye kadar beni korumanızı size emreden Allah'ın Resûlüyüm ben' buyuruyor; arkasında da, akik, şaşı gözlü, güzel yüzlü, iki bölük halinde örgülü saçlı, üzerinde Aden işi elbise bulunan bir adam da, Resûlullah aleyhisselâm sözlerini bitirince:

'Ey filan oğulları! Bu, sizi, ancak Lât ve Uzzâ ile müttefikleriniz Malik b. Ukayş oğullarının cinlerini boynunuzdan soyup atmaya ve kendisinin getirdiği bid'at ve dalâletlere sarılmaya davet ediyor! Sakın hâ! Siz ona itaat etmeyin ve onu dinlemeyin! ' diyordu.

'Babacığım! Şu zâtı takip eden kimdir?' diye sordum.

Babam: 'Bu. onun amcası Ebu Leheb Abduluzzâ b. Abdulmuttalib'dir' dedi." 300

Tank b. Abdullahi'l-Muharibî de, bu husustaki bir müşahedesini şöyle anlatır:

" Resûlullah aleyhisselâmı Zülmecaz panayırında görmüştüm:

Kendisinin üzerinde kırmızı bir cübbe bulunuyor, en yüksek sesiyle:

'Ey insanlar! 'Lâ ilahe illallah=Allahtan başka hiçbir ilah yok! ' deyiniz de, kurtulunuz! ' buyurarak sesleniyordu.

Bir adam da, elindeki taşla, onu takip ediyor ve:

'Ey insanlar! Sakın ona itaat etmeyiniz! Çünkü, o yalancıdır! ' diyerek bağırıyordu.

Attığı taşlarla, Resûlullah aleyhisselâmın ayak bileklerini kanaünıştı.

Oradakilere, Resûlullah aleyhisselâm hakkında:

'Kimdir bu zât?' diye sordum.

'Bu, Abdulmuttalib oğullarından bir gençtir! ' dediler.

'Ya onun ardına düşen ve ona taş atan da kimdir?' diye sordum.

'O da, onun amcası Ebu Leheb Abduluzzâ'dır! ' dediler." 301

Peygamberimiz aleyhisselâm, Zülmecaz panayırında:

" Ey insanlar! 'Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka hiçbir ilah yok! ' deyiniz de, kurtulunuz! " buyurarak seslendiği sırada bir adamın da Peygamberimiz aleyhisselâmın üzerine toprak saçtığı, ve bakılınca, onun Ebu Cehil olduğu görüldü ki, o da;

" Ey insanlar! Sakın, bu sizi dininiz hakkında aldatmasın!

O, muhakkak, sizin Lât ve Uzzâ'ya tapmayı bırakmanızı istiyordur" diyordu. 302

Peygamberimiz aleyhisselâm her hakarete, her işkenceye katlanarak, vazifesini yerine getirmeye çalışmaktan geri durmuyordu.

Müdriku'l-Ezdîder ki:

" Babamla birlikte hac yapıyordum. Mina'ya gelip konaklayınca, bir toplulukla karşalaştım.

Babama:

'Bu cemaat ne için toplanmış?' diye sordum.

Babam:

'Şu, kavminin dinini terketmiş olan kişi için' dedi. 303

Bakınca, Resûlullah aleyhisselâmı gördüm:

'Ey insanlar! Lâ ilahe illallah=Allahtan başka hiçbir ilah yoktur! ' deyiniz de, kurtulunuz! ' buyuruyordu.

İnsanlardan kimisi onun yüzüne tükürüyor;

Kimisi başına toprak saçıyor;

Kimisi de ona sövüp sayıyordu! 304

Gün yarılanıncaya kadar, bu hal devam etti.

O sırada, göğsü açılmış bir kız, içinde su bulunan bir kapla geldi. 305 Ağlıyordu. 306

Resûlullah aleyhisselâm, su kabını alıp sudan içti.

Elini, yüzünü yıkadı. Başını kaldırıp:

'Kızcağızım! 307 Göğsünü başörtünle ört!

Baban hakkında, tuzağa düşürülüp öldürülecek, zillete uğrayacak diye korkma! ' buyurdu. 308

'Kimdir bu kız?' diye sorduk.

'Kendisinin kızı, Zeyneb'dir! ' dediler. 309

Peygamberimiz aleyhisselâm, Kinde'lerin310 Ukâz panayırındaki311 konak yerlerine gitti.

Onların seyyid ve ulu kişileri olan Müleyh de, o sırada, onların içlerinde bulunuyordu. 312

Peygamberimiz aleyhisselâm, onlara:

" Sizler, hangi kavimdensiniz?" diye sordu.

" Benî Amr b. Muaviye'lerden" dediler. 313

Arap kabileleri içinde, Kinde'lerden daha mülayimi yoktu.

Peygamberimiz aleyhisselâm, onları yumuşak bulunca, oturup kendileriyle konuştu. 314

Kendisini onlara, Allah tarafından gönderilen bir peygamber olarak arz ve takdim; kendilerini Allah'a imana davet etti. 315

" Sizi, bir olan, şeriki olmayan Allah'a imana;

Kendinizi koruduğunuz şeylerden, beni de korumaya davet ediyorum!

Muvaffak olursam, o zaman, siz bana yardıma devam edip etmemekte serbestsiniz! " buyurdu.

Onların hemen hepsi:

" Bundan daha güzel söz olmaz! Amma, biz atalarımızın tapageldiklerine tapmaya devam edeceğiz! " dediler.

Kinde'lerin en küçük yaşlısı:

" Ey kavmim! Şu zâtın davetini kabule başkaları koşmadan önce, siz koşun! Vallahi, Kitab ehli olanlar (Yahudiler ve Hıristiyanlar), 'Harem'den bir peygamber çıkacaktır! Onun çıkacağı zamanın gölgesi de, düşmüştür! ' diyorlar" dedi.

Kinde'lerin içinde, bir gözü kör bir adam da bulunuyordu.

" Geri durun da, bir de ben konuşayım:

Kavim ve kabilesi onu yurtlarından çıkarmış iken, siz onu barındıracaksınız ki, bu, bütün Araplarla savaşmayı üzerinize almak demektir!

Hayır! Hayır! Olamaz! " dedi. 316

Peygamberimiz aleyhisselâmın teklifini kabulden kaçındılar. 317

Peygamberimiz aleyhisselâm, onların yanından da üzgün olarak ayrıldı.

Kinde'ler, yurtlarına dönünce, durumu kavimlerine haber verdiler.

Yahudilerden bir adam, onlara:

" Vallahi, siz nasibinizi elde etmekte yanılmışsınız!

Eğer o zâta tâbi olmaya koşsaydınız, Araplara üstün olurdunuz!

Biz, onun sıfatını Kitabımızda yazılı bulmuşuzdur! " dedi ve sıfatlarını anlatmaya başladı.

O anlattıkça, Peygamberimiz aleyhisselâmı görmüş olanlar, onun anlattıklarını doğruladılar.

Bundan sonra, Yahudi:

" Biz, onun çıkacağı yerin Mekke, ve hicret edeceği yerin Yesrib (Medine) olacağını da Kitabımızda yazılı bulduk! " dedi.

Kinde'ler, gelecek hac mevsiminde Peygamberimiz aleyhisselâmla buluşmaya, aralarında karar verdiler. Fakat, o yıl seyyid ve ulu kişileri onları alıkoyduğu için, hiçbirisi, gidip Peygamberimiz aleyhisselâmla buluşamadı.

Yahudi de, öldü. Ölürken, kendisinin Peygamberimiz aleyhisselâmı tasdik ve ona iman ettiği, ağzından işitildi. 318

Yüce Allah, ondan razı olsun!

Peygamberimiz aleyhisselâm; Kelb kabilesinin konak yerlerine uğrayıp, orada, onlardan bir oymak olan Benî Abdullah'ların yanına vardı. Kendisini onlara, Allah tarafından gönderilen peygamber olarak arz ve takdim, kendilerini Yüce Allah'a imana davet etti:

" Ey Abdullah oğulları! Bakınız: Yüce Allah, babanıza da pek güzel isim vermiş! " buyurdu. 319 Fakat, Benî Abdullah'lar, Peygamberimiz aleyhisselâmın yaptığı tekliflerden hiçbirini kabul etmediler. 320

İçlerinden bir şeyh ise:

" Şu olgun genç, ne güzel şeye davet ediyor!

Ne yazık ki, kavmi onu uzaklaştırın iş bulunuyor!

O keşke kavmi ile anlaşsaydı! Bütün Araplar kendisine tâbi olurdu" demişti. 321

Peygamberimiz aleyhisselâm Benî Hanife kabilesinin konak yerlerine gitti. Kendisini onlara, Allah tarafından gönderilen peygamber olarak arz ve takdim, kendilerini Yüce Allah'a imana davet etti.

Ne yazık ki, Peygamberimiz aleyhisselâmı, Araplar içinde, Benî Hanife kabilesi kadar çirkin bir red ile reddeden olmamıştır. 322

Peygamberimiz aleyhisselâm, Benî Âmir b. Sa'saa'ların, 323 Ukâz panayırındaki konak yerlerine vardı. Onlara:

" Siz hangi kavimdensiniz?" diye sordu.

" Benî Âmir b. Sa'saa'lardan" dediler.

Peygamberimiz aleyhisselâm:

" Benî Âmirlerin hangi ailesindensiniz?" diye sordu.

" Benî Ka'b b. Rebia'lardan" dediler. 324

Peygamberimiz aleyhisselâm, onlara kendisini Allah tarafından gönderilen peygamber olarak arz ve takdim, kendilerini Yüce Allah'a imana davet etti. 325

" Sizde, mün'a [sığınan kimseleri koruma] nasıldır?" diye sordu.

" Bizim tarafımıza ne laf atılabilir, ne de habersiz ateşimizle ısınılabilir! " dediler.

Peygamberimiz aleyhisselâm:

" O halde, ben Allah'ın Resûlüyüm! Sizin yanınıza geldiğimde, Rabbimin elçilik vazifelerini halka ulaştırıncaya, yerine getirinceye kadar beni korur musunuz? İçinizde hiçbir kimseyi zorlamayacağım! " buyurdu.

" Sen, Kureyşlilerden kimlerdensin?" diye sordular.

Peygamberimiz aleyhisselâm:

" Abdulmuttalib oğullarından! " buyurdu.

" Sen Abdi Menaf oğullarından olduğuna göre, onlar neredeler? (Seni ne diye korumuyorlar?! )" dediler.

Peygamberimiz aleyhisselâm:

" Onlar beni yalanlayan ve tardedenlerin ilki oldular! " buyurdu.

Benî Ka'b b. Rebia'l ar:

" Biz, seni ne tard, ne de sana iman ederiz! Şu kadar ki, Rabbinin elçiliğini insanlara ulaştırıncaya, yerine getirinceye kadar seni koruruz! " dediler.

Bunun üzerine, Peygamberimiz aleyhisselâm, onların yanına indi. O sırada, Benî Ka'b b. Rebia halkı, pazarda alışverişle uğraşıyorlardı. 326

Onlardan bir adam , 327 Beyhara b. Firas328 çıkageldi:

" Kimdir şu yanınızda gördüğüm ve tanıyamadığım kişi?" diye sordu.

" Muhammed b. Abdullahi'l-Kureyşî'dir! " dediler,

Beyhara:

" Sizin onunla ne işiniz var?" diye sordu.

" O bize kendisinin Resûlullah olduğunu söylüyor ve Rabbinin elçilik vazifesini tebliğ edinceye kadar, kendisini korumamızı bizden istiyor" dediler.

Beyhara:

" Ona ne cevap verdiniz?" diye sordu.

" Kendisine 'Hoşgeldin! Seni yurdumuza götüreceğiz. Kendimizi nelerden korursak, seni de onlardan koruyacağız' dedik, " dediler. 329

Beyhara, kendi kendine:

" Vallahi, şu adamı Kureyşîlerden alabilsem, onun sayesinde bütün Arapları yerdim (sömürürdüm! )" diye mırıldandıktan sonra, Peygamberimiz aleyhisselâma:

" Eğer biz sana işin hakkında bey'at edersek, Allah da seni muhaliflerine galip kılarsa, senden sonra işin bizim olur, bize kalır mı?" diye sordu.

Peygamberimiz aleyhisselâm:

" İş Allah'a aittir! Allah onu dilediğine verir! " buyurdu.

Beyhara:

" Demek, göğüslerim senin önünde bütün Arapların okuna hedef olacak, Allah seni muzaffer kıldığı zaman iş bizden başkasına geçecek ha?! Senin işin bize gerekmez! " dedikten sonra, 330 kavmine dönüp:

" Şu panayır halkından, yurtlarına birşeyle dönerlerken, sizinkinden daha kötü birşeyle dönen bir kimse bilemiyorum.

Demek, siz bütün halkla savaşmaya başlayacak, kendinizi bütün Arapların tek yaydan oklarına tutturacaksınız ha?!

Onu kendi kavmi sizden daha iyi bilir.

Eğer kavmi onda bir hayır, bir iyilik görmüş olsalardı, onunla herkesten çok mutlu olurlardı.

Siz, kendi kavminin içlerinden sürüp çıkardığı, yalanladığı bir kimseye yakınlık gösteriyor, yardım etmeye, kendisini barındırmaya kalkıyorsunuz.

Ne kötü görüştür sizin görüşünüz! " dedikten sonra, Peygamberimiz aleyhisselâma dönüp:

" Hemen kalk, kavminin yanına git!

Vallahi, sen şimdi kavmimin yanında olmasaydın, muhakkak senin boynunu vururdum! " dedi.

Peygamberimiz aleyhisselâm kalkıp devesinin üzerine oturunca, 331 kötü adam Beyhara, devenin böğrünü ansızın dürttü. Deve, sıçrayıp kalkarken, Peygamberimiz aleyhisselâmı yere düşürdü!

Mekke'de Müslüman olan kadınlardan Dubâa binti Âmir b. Kurt da, o gün, Benî Âmirlerden olan amcalarının oğullarını ziyaret için gelmişti ve o sırada Benî Âmirlerin yanında bulunuyordu.

Dubâa Hatun Peygamberimiz aleyhisselâma yapılan hakareti görür görmez:

" Ey Âmir hanedanı! Gözünüzün önünde şu Allah'ın Resûlüne yapılanı görüp de, içinizden benim için onu koruyacak hiçbir kimse yok mu?! " dedi.

Amcalarının oğullarından üç kişi, hemen kalkıp Beyhara'nın üzerine yürüdüler. 332 Hazn b. Abdullah ile Muaviye b. Ubâde de, Beyhara'ya yardım etti. 333

Âmir oğullarından her biri, Beyhara ve yardımcılarından birini tutup yere yıktılar. Göğüslerinin üzerine oturup, yüzlerini tokatladılar.

Allah onlardan razı olsun!

Peygamberimiz aleyhisselâm, kendisini kayıranlar hakkında:

" Ey Allah! Şunlara bereketini ihsan et! " 334

Beyhara ve yardımcıları aleyhinde de:

" Ey Allah! Onları da rahmetinden uzaklaştır! " diyerek dua etti.

Peygamberimiz aleyhisselâmı kayıran üç kişiden ikisi Sehl'in oğulları Gıtrîf (Gatîf)ve Gatafan, birisi de Urve (Uzne) b. Abdullah olup, 335 bunlar sonradan Müslüman oldular ve Allah yolunda şehit olarak öldüler. 336 Ötekiler ise küfür ve şirk üzere ölüp gittiler. 337

Benî Âmirlerin, çok yaşlı olması dolayısıyla hac mevsimlerine katılamayan ihtiyar bir adamları vardı.

Benî Âmirler, yurtlarına döndükçe, olan bitenleri ona anlatırlardı.

Bu yıl da, hac mevsiminden dönüp yurtlarına geldikleri zaman, ihtiyar adam onlara yine mevsimde olan bitenleri sormuştu.

Benî Âmirler de:

" Kureyşîlerden, Abdulmuttalib oğullarından, yanımıza bir genç gelmişti. Kendisinin peygamber olduğunu söylüyor, işinin üzerinde kendisiyle birlikte durmaya, kendisini korumaya, yurdumuza getirmeye bizi davet ediyordu" dediler.

İhtiyar, hemen ellerini başının üzerine koydu. 333 Sonra da:

" Ey Âmir oğulları! Kaçırılan bu fırsat telâfi edilebilecek mi?!

Ağdan kurtulan, yakalanmaya çalışılan av yakalanabilecek mi?!

Filanın varlığı Kudret Elinde bulunan Allah'a andolsun ki; İsmail oğullarından hiçbirisi şimdiye kadar yalan yere peygamber olduğunu söylememiştir!

Elbette ki, onun söylediği hak ve gerçekti ! 339

Sizin o isabetli görüşünüz o sırada nerede idi?! 340

Siz, herhalde, o sıradaki görüşünüzde hazır bulunmamışsınızdır! " diyerek onları kınadı. 341

Peygamberimiz aleyhisselâm Benî Muharib b. Hasafa'ların bulundukları yere kadar gitti.

Onların içinde bulunan yüzyirmi yaşındaki bir şeyhle konuştu.

Onu İslâmiyete, ve Rabbinin elçilik vazifesini tebliğ edinceye, yerine getirinceye kadar da kendisini korumaya davet etti.

Benî Muharib'lerin şeyhi:

" Ey adam! Senin haberini kendi kavmin daha iyi bilir! 342

Vallahi, seni alıp yurduna götüren bir kimse, şu mevsim halkının götürmediği kötülüğü götürmüş olur!

Sen kendini bizden uzak tut! " dedi. 343

O sırada Ebu Leheb gelmiş, ihtiyar Muhariblinin söylediklerini dinlemişti.

Onun başına dikilerek:

" Eğer şu mevsim halkının hepsi senin gibi cevap verseydi, o, üzerinde durduğu dini bırakırdı.

Kendisi, dinini bırakmış bir yalancıdır! " dedi.

İhtiyar da:

" Sen, vallahi, onu daha iyi bilirsin:

O senin kardeşinin oğludur ve senin etindendir.

Ey Ebu Uttıe! Belki de onda bir delilik vardır. Bizim yanımızda, bu hastalığı tedavi eden bir adam var! " dedi.

Ebu Leheb ihtiyarın bu sözüne bir cevap vermedi.

Ebu Leheb, Peygamberimiz aleyhisselâmı kabilelerden hangi kabilenin yanında görse, hemen orada durup:

" Bu, dinini terketmiş bir yalancıdır! " diyerek bağırmakta idi.

Peygamberimiz aleyhisselâmı, yanlarından ayrılırken arkasından taşlamayan bir kabile kalmadı ! 344

Abdullah b. Vâbısatu'l-Absî'nin babasından, babasının da dedesinden rivayetine göre, dedesi demiştir ki:

" Mina'daki konak yerlerimizde bulunduğumuz sırada, Resûlullah aleyhisselâm bize geldi.

Biz, o sırada, Hayf mescidinin yanındaki Cemretü'l-ûlâ'da konaklamış bulunuyorduk.

Resûlullah aleyhisselâm devesinin üzerinde, Zeyd b. Harise de terkisinde idi.

Bizi İslâmiyete davet etti, ama vallahi biz onun davetini kabul etmedik!

Davetini kabul etmeyişimiz, bizim için, hiç de hayırlı olmadı.

Halbuki, kendisinin peygamber olarak ortaya çıktığını ve hac mevsimlerinde halkı İslâmiyete davet ettiğini de işitmiş bulunuyorduk.

Başımıza dikilip bizi Müslümanlığa davet edince, kabul etmedik!

O sırada yanımızda bulunan Meysere b. Mesrûku'l-Absî:

'Vallahi, şu zâtı tasdik etmiş, kendisini bindirip yurdumuzun ortasına götürmüş olsak, muhakkak ki, yerinde bir görüş olur.

Vallahi, onun işi muvaffak olacak, ve hatta, her ulaşılacak yere ulaşacaktır! ' dedi.

Abs kavmi, ona:

'Bırak, bizi üstesinden gelemeyeceğimiz birşeyle karşılaştırma! ' dediler.

Resûlullah aleyhisselâm, Meysere hakkında ümide düşüp kendisiyle konuştu.

Meysere:

'Senin sözünden daha güzeli, daha nurlusu yoktur.

Fakat, ne yapayım ki, kavmim bana muhalefet ediyorlar.

Kişi ise, kavmiyle birlikte hareket etmek zorundadır.

Kavmi ona destek ve yardımcı olursa, düşmanlar ondan daha uzak durur, ona hiç yanaşmazlar! ' dedi.

Bunun üzerine, Resûlullah aleyhisselâm oradan ayrıldı.

Abs kavmi de, yurtlarına dönmek üzere, konak yerlerinden ayrıldılar.

Meysere, onlara:

'Bizi götürürken, Fedek'e yönelin! Orada Yahudiler vardır.

Onlara bu zâtı bir soralım bakalım?' dedi.

Yahudilerin yurduna yönelip yanlarına vardılar.

Yahudiler, Benî Abs'lere bir Kitab çıkartıp ortaya koydular. Onda, Resûlullah aleyhisselamın anıldığı yeri okudular:

'O Peygamber, ümmîdir ve Arabdır. Deveye, merkebe biner, ekmek kırıntılarını yemekle yetinir. Ne uzun, ne de kısa boyludur. Ne kıvırcık, ne de düz saçlıdır. Kendisinin gözlerinde hafif kırmızılık vardır. Teni pembedir. '

[Kitab'dan bunu okuduktan sonra, Yahudiler]:

'Eğer o sizi getirdiği dine davet ederse, onun davetini kabul edin ve onun dinine girin!

Bizler ise, onu kıskanırız ve ona tâbi olmayız.

Onun eliyle, bize, birtakım savaşlarda büyük belalar gelecektir.

Araplardan da, ona tâbi olmayan, onunla çarpışmayan hiç kimse kalmayacaktır!

Siz, ona tâbi olanlardan olun! ' dediler.

Bunun üzerine, Meysere, Benî Abs'lere:

'Ey kavmim! İşte, iş apaçık meydana çıktı! ' dedi.

Benî Abs'ler:

'Önümüzdeki yıl, hac mevsiminde döner, onunla buluşuruz' dediler, yurtlarına döndüler.

Fakat, Benî Abslerin ileri gelenleri hac mevsiminde buna razı olmadıkları için, onlardan hiçbirisi Resûlullah aleyhisselâma tâbi olamadı.

Resûlullah aleyhisselâm, Medine'ye hicret ettikten sonra, Mekke'ye gelerek Veda Haccını yaptığı zaman, Meysere Resûlullah aleyhisselâmla karşılaştı ve hemen onu tanıdı:

'Yâ Rasûlallah! Vallahi, senin bize geldiğin günden beri, sana tâbi olmayı özlemekten geri durmadım.

Bildiğin gibi, Allah, Müslümanlığımı geciktirmemden başkasına razı olmadı.

O gün benim yanımda bulunmuş olan kimselerin hepsi ölüp gitmiş bulunuyorlar.

Ey Allah'ın Peygamberi! Onların girdikleri yer neresidir?' diye sordu.

Resûlullah aleyhisselâm:

'Her kim İslâmiyetten başka din üzerinde ölmüş ise, o, ateş (Cehennem) içindedir! ' buyurdu. 345

Meysere:

'Hamdolsun o Allah'a ki, beni346 senin sayende ateşten (Cehennemden)347 kurtardı' deyip hemen Müslüman oldu. Ve iyi bir Müslüman oldu." 348

Allah ondan razı olsun!

-------------------------------------

235. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 63, Taberî, Târih, c. 2, s. 231, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 138.

236. Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 282, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 422, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye, c. 3, s. 142.

237. İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 63-64, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 216, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 36, Taberî, Târîh, c. 2, s. 231.

238. İbn Sa’d, Tabakât, c. 1, s. 216, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 322, Ebu Nuaym, c. 1, s. 292, Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 306, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 153.

239. Zübeyr b. Bekkâr, Cem hene, c. 1, s. 367-368, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 197, c. 3, s. 15.

240. İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 267, Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 142, İbn Hacer, Fethu’l-bârî, c. 3, s. 473.

241. İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 267, Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 142.

242. İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 267.

243. İbn Hacer, Fethu’l-bârî, c. 3, s. 473.

244. Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 142.

245. İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 267, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-kârî, c. 10, s. 103.

246. Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 142.

247. Zübeyr b. Bekkâr, Cem here, c. 1, s. 367, B. Aynî, Umdetu'l-kârî, c. 10, s. 103, İbn Hacer, Fethu’l-bârî, c. 3, s. 473.

248. Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 58-59.

249. Zübeyr b. Bekkâr, Cemhere, c. 1, s. 368, Bedrüddin Aynî, Umdetu'l-kârî, c. 10, s. 104, İbn Hacer, Fethu’l-bârî, c. 3, s. 473.

250. İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 267.

251. Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 4, s. 142.

252. Yakut, Mu'cemu'l-büldân, c. 5, s. 55.

253. Zübeyr b. Bekkâr, Cem here, c. 1, s. 368, İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 267.

254. İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 267.

255. Zübeyr b. Bekkâr, Cemhere, c. 1, s. 368, B. Aynî, Umdetu'l-kârî, c. 10, s. 104, İbn Hacer, Fethu’l-bârî, c. 3, s. 473.

256. İbn Habib, Kitâbu'l-muhabber, s. 267.

257. İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 216-217, Ebu Nuaym , Delâilü'n-nübüvve, c. 1 , s. 292, İbn Kayyım, Zâdü'l-mead, c. 2, s. 56, Ebu’l -Fidâ, el -Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 146, Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 306.

258. İbn Sa'd, c. 1, s. 216, 217, Ebu Nuaym , c. 1, s. 292, İbn Haldun, Târîh, c. 2, ks. 2, s. 11, Diyarbekrî, c. 1, s. 306.

259. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 63-64, İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 216, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 36, Taberî, Târih, c. 2, s. 231, Ebu Nuaym , Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 282, Süheylî, Ravdu'l-ünüf, c. 4, s. 59, Ebu’l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 216, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 152-53, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 282, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 138.

260. İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 2, s. 63-64, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1 , s. 216, Taberî, Târih, c. 2, s. 231, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 185, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 94, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 439.

261. İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 1, s. 216, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 492, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 186, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 138.

262. İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 64, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Taberî, Târîh, c. 2, s. 232, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 215, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 135, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 138.

263. İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 67, Ahmed b. Hanbel, 3, s. 492, İbn Esîr, c. 2, s. 94, İbn Haldun, Târîh, c. 2, s. ks. 2, s. 11.

264. İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 64, Taberî, c. 2, s. 232, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 138, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 154.

265. İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 64, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Kayyım, Zâdü'l-mead, c. 2, s. 56, Zehebî, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 138, Halebî, c. 2, s. 154.

266. İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 64, İbn Sa'd, c. 1, s. 216, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Zehebî, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 138-139, Heysemî, Mecmau’z-zevâid, c. 6, s. 46.

267. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 322, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 237, Süheylî, Ravdu'l-ünüf, c. 4, s. 59, Ebu’l-Ferec, c. 1 , s. 216, İbn Kayyım , c. 2, s. 56, Zehebî, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 138, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 46, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 11.

268. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 322, Yâkubî, Târih, c. 2, s. 36, Ebu'l-Ferec, c. 1, s. 216. İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Zehebî, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 138, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 46.

269. İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 64, İbn Sa'd, c. 1, s. 216, Belâzurî, c. 1, s. 237, Yâkubî, c. 2, s. 36, Taberî, c. 2, s. 232, Ebu'l-Ferec, c. 1 , s. 216, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Zehebî, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 138.

270. İbn Sa'd, c. 1, s. 216, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 322. Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 292, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 442, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 159, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 46.

271. Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 292, Ebu’l-Ferec, c. 1. S. 216, İbn Seyyid, c. 1, s. 152, Zehebî, s. 282, Halebî, c. 2, s. 153.

272. İbn Sa'd, c. 1, s. 216, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Diyarbekrî, c. 1, s. 306.

273. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 322, Beyhakî, c. 2, s. 442, Zehebî, s. 282, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 159, Heysemî, c. 6, s. 46.

274. İbn Sa'd, c. 1, s. 216, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 322, Beyhakî, c. 2, s. 442, İbn Kayyım, c. 2, s. 56, Zehebî, s. 282, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 159, Heysemî, c. 6, s. 46, Diyarbekrî, c. 1, s. 306.

275. Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 237.

276. Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 36, Zehebî, Târîhu’l-islâm, s. 282, Ebu’l -Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 140, Diyarbekrî, Hamîs, c. 1, s. 306.

277. İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 1, s. 216, İbn Kayyım, Zâdü'l-mead, c. 2, s. 56.

278. Zehebî, s. 282, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 140, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 158.

279. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 322, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 6624, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 442, Zehebî, s. 298, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 159, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 46.

280. Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1 , s. 282, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 422, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 142-143, Zürkânî, Mevâhibu'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 309-310.

281. Ebu Nuaym, c. 1, s. 285, Beyhakî, c. 2, s. 424, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 143.

282. Ebu Nuaym, c. 1, s. 285, Beyhakî, c. 2, s. 424, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 153, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 143, Halebî, c. 2, s. 156.

283. Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 285, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 424, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 5, s. 251 , İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 153, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 143, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 156.

284. Ebu Nuaym, c. 1, s. 285, Beyhakî, c. 2, s. 424, İbn Seyyid, c. 1, s. 153, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 143, Halebî, c. 2, s. 156.

285. Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 285-288, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 424 426, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 5, s. 250-251, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 1, s. 153-155, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 143-144, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 156-157.

286. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 492, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 15, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 185, Zehebî, Târîhu'l-islâm , s. 151, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 41, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 22.

287. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Hâkim, c. 1, s. 15, Beyhakî, c. 2, s. 185, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 492, Hâkim, c. 1, s. 15, Beyhakî, c. 2, s. 185, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 492, Zehebî, s. 151, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 41, Heysemî, c. 6, s. 22.

288. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 492.

289. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Hâkim, c. 1, s. 15, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 41, Heysemî, c. 6, s. 22.

290. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Heysemî, c. 6, s. 22.

291. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Hâkim, c. 1, s. 15.

292. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 492, Hâkim, Müstedrek, c. 1, s. 15, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 185, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 2, s. 492 493, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 285, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 41, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 22.

293. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Hâkim, c. 1, s. 15, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 41, Heysemî, c. 6, s. 22.

294. Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 185, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 41.

295. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Beyhakî, c. 2, s. 185, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 151, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 41, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 22.

296. Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, c. 2, s. 185.

297. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Beyhakî, c. 2, s. 185, Zehebî, s. 151 , Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 41.

298. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 492, Hâkim, Müstedrek, c. 1 , s. 15, Beyhakî, c. 2, s. 185, İbn Abdilberr, c. 2, s. 483, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 41 , Heysemî, c. 6, s. 22.

299. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 492, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 41.

300. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 64-65, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 492 493, Taberî, Târih, c. 2, s. 231-232, Zehebî, Târihu’l-islâm, s. 285, Ebu’l -Fidâ, c. 3, s. 138-139, Halebî, İnsânu’l-uyûn, c. 2, s. 154.

301. Dârekutnî, Sünen, c. 3, s. 44-45, Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 182, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 71, Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 12, s. 49, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 153-154.

302. Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 185, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 151, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 41 , Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 21.

303. İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 5, s. 130, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 12, s. 450.

304. Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 12, s. 450.

305. İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 5, s. 130, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 12, s. 450.

306. İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 5, s. 130.

307. Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 12, s. 450.

308. İbn Esîr, Usdu'l-gâbe. c. 5, s. 130, Heysemî, Mecma, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 12, s. 450.

309. Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 21, Alâüddin Ali, Kenzu'l-ummâl, c. 12, s. 450.

310. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 65, Taberî, Târîh, c. 2, s. 232, Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 297, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93.

311. Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 297.

312. İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 65, Taberî, c. 2, s. 232, Ebu Nuaym , c. 1, s. 297, İbn Esîr, c. 2, s. 93, Zehebî, Târîhu'l-islâm , s. 285, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 139.

313. Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 140.

314. Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 297.

315. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 65, Taberî, Târîh, c. 2, s. 232, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 285, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 139.

316. Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 297.

317. İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 65, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Esîr, c. 2, s. 93, Zehebî, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 139.

318. Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 297.

319. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 65, Taberî, Târîh, c. 2, s. 232, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93, Zehebî, Târîhu'l-islâm, s. 285, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 139, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 154.

320. İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 65, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 238, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Esîr, c. 2, s. 93, Zehebî, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 139, Halebî, c. 2, s. 154.

321. Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 238.

322. İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 65-66, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Esîr, c. 2, s. 93, Zehebî, s. 285, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 139, Halebî, c. 2, s. 155.

323. İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 66, Taberî, c. 232, Ebu Nuaym, c. 1, s. 289, İbn Esîr, c. 2, s. 93, Zehebî, s. 285, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 140.

324. Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 289, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 140.

325. İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 66, Taberî, c. 2, s. 232, İbn Esîr, c. 2, s. 93.

326. Ebu Nuaym, c. 1, s. 297, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 141.

327. İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93, Zehebî, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 139.

328. İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 66, Taberî, c. 2, s. 232, Zehebî, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 139.

329. Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 297, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 141.

330. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 66, Taberî, Târıh, c. 2, s. 232, Zehebî, Târihu'l-islâm, s. 285-286, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 139-140.

331. Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 297, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 141.

332. Ebu Nuaym, c. 1, s. 297, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 179, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 141, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 353.

333. Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 297, Ebu’l-Fidâ, c. 3, s. 141.

334. Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 297, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 179, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye c. 3, s. 141, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 353.

335. Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 297, Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 141.

336. Ebu Nuaym, c. 1, s. 297, İbn Esîr, c. 7, s. 179, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 141, İbn Hacer, c. 4, s. 353.

337. Ebu Nuaym, c. 1, s. 297, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 141.

338. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 66, Taberî, Târîh, c. 2, s. 232, Ebu Nuaym, c. 1, s. 297, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 140.

339. İbn İshak, İbn Hişam , c. 2, s. 66, Taberî, c. 2, s. 232, Ebu Nuaym, c. 1 , s. 297, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 93, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 140, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 154.

340. İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 66, Taberî, c. 2, s. 232, Ebu Nuaym, c. 1, s. 297, İbn Esîr, c. 2, s. 93, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 140.

341. Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 154.

342. Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 293.

343. Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 237, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 293.

344. Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 293.

345. Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 1, s. 293-294, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 3, s. 145-146.

346. Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 294, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 5, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 146.

347. İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 5, s. 285.

348. Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 294, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe. c. 5, s. 285, Ebu'l-Fidâ, c. 3, s. 146.