Cebrail aleyhisselamın Allah tarafından müşriklerin üzerine salınacağını ve onları perişan edeceğini Peygamberimiz aleyhisselama önceden haber vermiş olduğu rüzgâr, kasırga, 345 Sebt (Cumartesi) gecesi gürlemeye başladı. 346

Bu, en soğuk kış gecelerinde esen soğuk, dondurucu bir rüzgârdı. 347

Peygamberimiz aleyhisselam, bu rüzgâr hakkında:

" Ben, Allah tarafından, Sabâ, yani gündoğusu yeli ile yardım olundum!

Âd kavmi ise batı yeli ile helak oldular! " buyurmuştur. 348

Bu rüzgâr, tozları, toprakları müşriklerin gözlerine dolduruyordu.

Onları kendi başlarının derdine düşürmüş, ordugâhlarına çekilmek, sinmek zorunda bırakmıştı. 349

Rüzgâr çadırların bezlerini, derilerini yırtıyor, direklerini söküyor, koparıyor, sergileri kumlara gömüyor, hiç kimse hiç kimsenin yanına gidemiyordu. 350

Yakılan ateşler, ışıklar sönüyor; develer, atlar birbirlerine karışıyordu. 351

Müşrikler ordugâhlarında tekbir ve silah sesleri de işitiyorlardı. 352

Müşriklerin kalblerine büyük bir korku düşmüştü. 353

Bu husus, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle hatırlatılır ve açıklanır:

" Ey mü'minler! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayınız ki, o zaman size ondular saldırmışlardı da, Biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular (melekler) salmıştık. Allah ne işlerseniz hepsini hakkıyla görendir." 354

Peygamberimiz aleyhisselam Sel' dağındaki Feth Mescidinin yerinde bulunuyordu. 355

Gecenin üçte biri geçince, namaz kılmaya kalktı.

Peygamberimiz aleyhisselam, bir sıkıntı ve üzüntüye uğradığı zaman, namaz kılmayı arttırırdı. 356

Huzeyfe b. Yeman der ki:

" Ahzab gecesi, halk Resûlullah aleyhisselamın başından dağıldılar, yanında oniki kişiden başka kimse kalmadı. 357

Biz saf halinde oturmuştuk.

Ebu Süfyan ve onunla birlikte bulunan kuvvetler üst tarafımızda, Benî Kurayza Yahudileri aşağımızda idi. Çoluk çocukların üzerine baskın yapıverecekler diye korkup duruyorduk.

Bize öyle bir gece gelip çatmıştı ki, ondan daha karanlık bir gece görmemiştik.

Gökgürültülerini andıran gürültülerle, korkunç bir rüzgâr da gelip çatmıştı bize!

Öyle bir karanlık çökmüştü ki, hiçbirimiz uzattığı parmağını göremiyondu. 358

Resûlullah aleyhisselam müşriklerin aralarında anlaşmazlığa düştüklerini ve Allah'ın onların topluluklarını dağıttığını haber almıştı. 359

Resûlullah aleyhisselam, gecenin bir kısmını namaz kılarak geçindikten sonra, bize doğru yöneldi ve:

'Bizim için şu kavmin ne yaptığını gördükten sonra benim yanıma dönecek bir kimse var mı ki, ben onun Cennette bana arkadaş olmasını Yüce Allahtan dileyeyim?' buyurdu.

Orada bulunanlardan hiçbiri, duydukları şiddetli korku ve karşılaştıkları şiddetli açlık ve şiddetli soğuk yüzünden, ayağa kalkamadı. 360

Resûlullah aleyhisselam:

'Bana şu kavmin haberini getirecek bir adam yok mu ki, Allah onu Kıyamet günü benimle haşrede?' buyurdu.

Biz sustuk. Kendisine bizden hiçbir kimse cevap veremedi.

Sonra, tekrar:

'Bize şu kavmin haberini getirecek bir adam yok mu ki, Allah onu Kıyamet günü benimle birlikte haşrede?' buyurdu.

Biz yine sustuk. Kendisine bizden hiç kimse cevap veremedi.

Üçüncü kez:

'Bize şu kavmin haberini getirecek bir adam yok mu ki, Allah onu Kıyamet gününde benimle birlikte haşrede?' buyurdu.

Biz yine sustuk. Kendisine bizden hiç kimse cevap veremedi. 361

Bunun üzerine, Resûlullah aleyhisselam benim yanıma geldi.

Üzerimde, ne düşmandan korunabileceğim kalkanım, ne de soğuktan korunabileceğim elbisem vardı.

Zevcemin entari üzerinden giydiği, boyu dizlerimi geçmeyen kısa bir ceketten başka bir şeyim yoktu.

Resûlullah aleyhisselam yanıma gelince, dizlerimin üzerine çöküp büzüldüm. Benim için:

'Kim bu?' diye sordu.

'Huzeyfe! ' dedim.

Resûlullah aleyhisselam:

'Huzeyfe hâ?' buyurdu.

'Evet yâ Rasûlallah! Huzeyfe'yim! ' dedim. 362

Resûlullah aleyhisselam:

'Sen geceden beri benim sesimi işitmedin mi? Ne için ayağa kalkmadın?' diye sordu.

'Seni hak din ile peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; ben kendimdeki açlıktan ve karşılaştığım soğuktan dolayı davetine icabet edemedim! ' dedim. 363

Ben oradaki halkın en çok korkanı, en çok da soğuktan üşüyeni idim. 364

Resûlullah aleyhisselam:

'Git de, bana şu kavmin haberini getir!

Git, şu kavim ne yapıyor bir bak! Yanıma dönüp gelinceye kadar da, onlara ne ok, ne taş atacak, ne mızrak saplayacak, ne de kılıç vuracaksın! ' buyurdu. 365

'Yâ Rasûlallah! Onlar beni öldürürier diye korkmuyorum. Fakat, beni esir edip keserler, biçerler diye korkuyorum! ' dedim.

Resûlullah aleyhisselam:

'Sen benim yanıma dönüp gelinceye kadar ne sıcaktan, ne de soğuktan zarar görmeyeceksin! 366

Senin için esir edilmek, kesilip biçilmek sakıncası da mevcut değildir' buyurdu.

Resûlullah aleyhisselamın 'Senin için bir sakınca yoktur! ' buyurmasından ilk anladığım şey, bana bir zarar gelmeyeceği oldu.

Resûlullah aleyhisselam:

'Git, şu kavmin içine gir! Ne söylüyorlar bir bak! 367 Bana şu kavmin haberini getir, ama onları aleyhime kaldıracak birşeyi yapmaktan sakın! ' buyurdu. 368

'Allah'ım! Onu önünden, ardından, sağından, solundan, üstünden, altından koru! ' diyerek dua etti. 369

Kılıcımı, yayımı aldım. Üzerimdeki ötemi berimi sıkıladım.

Müşriklere doğru yürüyüp gitmeye başladım. 370 Sanki hamamda yürüyor gibi idim! 371 Vallahi, içimde ne bir korku, ne de bir üşüme kalmış, hepsi içimden çekilip gitmişti! İçimde bunlardan hiçbir şey duymuyordum artık! 372

Nihayet, müşriklerin ordugâhının yanına vardım.

Ebu Süfyan'ı yanmış bir ateşin başında ve birtakım adamların içinde buldum. 373

Ebu Süfyan, kara, iri yan bir adamdı. İki elini ateşe tutup koltuklarına sürüyor ve:

'Göçüp gitmek gerek! Göçüp gitmek gerek! ' diyordu.

Kendisini bundan önce hiç görmemiştim, tanımıyordum. 374

Ebu Süfyan sırtını ateşe tutup ısıtmaya başladığı sırada idi ki, 375 kendi kendime:

'Ben daha ne bekliyorum? Allah düşmanının yerini görmüş bulunuyorum! ' dedim. 376

Ok çantamdan bir ok çıkarıp, yayımın ortasına yerleştirdim. Ateşin ışığından yararlanarak onu atıp vurmak istedim.

Hemen, Resûlullah aleyhisselamın:

'Benim yanıma dönüp gelinceye kadar bir hadise çıkarmayacaksın! ' buyruğunu hatırlayınca geri durdum, okumu çantama koydum. Kendimde bir cesaret buldum. 377 Onların içlerine girdim.

Rüzgâr ve Allah'ın gözle görülmeyen ordusu onlara yapacağını yapıyor; onların tencere ve tavalarını deviriyor, ateş ve ışıklarını söndürüyor, çadırlarını başlarına yıkıyordu! 378

O sırada, ateşin başına kadar varmış, müşriklerin yanlarına oturmuştum.

Ebu Süfyan, ayağa kalkıp:

'İçinizde casuslar, gözcüler bulunmasından sakınınız! Her adam yanında bulunanın kim olduğuna baksın. 379 Sizden her biriniz, yanında oturanın elini tutsun! 380 Kim olduğunu tanısın! '* dedi. 381

Hemen sağ elimi uzatıp yanımda oturan kimsenin elini tuttum382 ve ona:

'Sen kimsin?' dedim. 383

'Amr b. Âs! ' dedi. 384

Hemen sol elimi de uzatıp sol yanımda oturan kimsenin elini tutarak385 kendisine:

'Sen kimsin?' dedim. 386

'Muaviye b. Ebu Süfyan! ' dedi. 387

Ben tanınırım diye korkumdan böyle yaptım. 388

Bundan sonra, Ebu Süfyan:

'Ey Kureyş cemaati! Vallahi, siz durulacak bir yerde durup sabahlamadınız! 389 Vallahi, siz durulacak gibi bir yerde değilsiniz! 390

Atlar, develer ölmeye başladı. 391 Kıtlık her tarafı sardı. 392 Benî Kurayza Yahudileri de bize karşı aksilik etmeye başladılar. Onlardan, hoşumuza gitmeyecek haberler aldık.

Rüzgârlardan başımızı gelenleri görüyorsunuz! Ne tencerelerimizi, ne ateşimizi, ne de barınacağımız çadırlarımızı yerinde bırakıyor!

Hemen göç edip gidiniz! İşte, ben göç edip gidiyorum! ' dedi.

Sonra da, devesine doğru vardı. Devenin bir dizi bağlı idi, üzerine oturdu, yürütmek için ona vurdu. Deve üç ayağı üzerine sıçrayıp kalktı. Vallahi, devenin ayak bağı ayakta iken çözüldü!

Eğer Resûlullah aleyhisselamın:

'Bana dönüp gelinceye kadar bir hadise çıkarmayacaksın! ' buyruğu olmasaydı ve isteseydim, onu okla vurup öldürmüş gitmiştim. 393

Halkın en yakınında bulunanı, Âmir oğulları idiler.

Onlarda:

'Ey Âmir oğulları hanedanı! Buradan göç edip gidiniz! Buradan göç edip gidiniz! Burası sizin için durulacak gibi bir yer değildir! ' diyorlardı.

Rüzgâr ordugâhlarını altüst ederken, onlar ordugâhlarından bir karış bile ileri geçecek durumda değillerdi.

Vallahi, onların büyük halıları ve döşekleri üzerine rüzgârın yağdırdığı taşların çıkardıkları sesleri işitiyordum. 394

İkrime b. Ebu Cehil, Ebu Süfyan'a:

'Sen kavmin lideri ve orduların başkumandanı olduğun halde, halkı nasıl geride bırakıp gidiyorsun?! ' deyince, Ebu Süfyan utandı.

Hemen devesini ıhdırdı ve yularını eliyle çekip durdu ve halka:

'Haydi, göç ediniz! ' dedi.

Ebu Süfyan dikilip dururken, halk göç etmeye başladılar.

Ebu Süfyan, askerinin takip edilmesinden korkarak Amr b. Âs'a:

'Ebu Abdullah! Benim ve senin burada kalmamız gerekleşmiştir. Muhammed'le ashabının takiplerinden gafil ve süvarilerimizin de himayesinden uzak bulunuyoruz. Askerimiz çekilip gidinceye kadar takip edilmeyeceğimizden de emin değiliz! ' dedi.

Amr b. Âs:

'Peki, ben geride kalayım' dedi.

Ebu Süfyan, Halid b. Velid'e de:

'Ebu Süleyman! Sen ne dersin?' diye sordu.

Halid b. Velid:

'Ben de onun gibi geride kalayım' dedi. 395

Böylece, takip edilmekten korktukları için, Amr b. Âs ile Halid b. Velid ardcı olarak ikiyüz atlı ile geride kaldılar." 396

Bunlar, seher vaktine kadar ordugâhta beklediler. 397

Kureyşîlerin orduları böylece Medine'den ayrılıp gittiler.

Medine'ye kuşatan diğer müşrik ordularına gelince, Tulayha b. Huveylid:

" Muhammed size kötülük etmeye, sizi büyülemeye başladı! Hemen buradan savuşup kurtulmaktan başka çare yok! Hemen buradan savuşup kurtulmaktan başka çare yok! ' diyerek kavmine sesleniyordu.

Her kabilenin lideri, kavmine:

" Ey filan oğulları! Yanıma geliniz! " diyerek sesleniyor ve kabileleri yanlarında toplandıkları zaman da:

" Hemen buradan savuşup kurtulmaktan, hemen buradan savuşup kurtulmaktan başka çare yok! " diyorlardı. 398

Kureyşîlerin çekilip gittiklerini işitince, Fezâre ve Gatafanlar da yurtlarına döndüler. 399

Huzeyfe b. Yeman, Gatafanların ordugâhlarına gittiği zaman, onları göçüp gitmiş, ordugâhlarını boşalmış buldu.

Gatafanlar göç edinceye kadar, Mes'ud b. Ruhayle ile süvari arkadaşları, Benî Süleymlerden de bazı kimseler, ardcı olarak geride kalmışlardı. 400

-------------------------------------

345. İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 71.

346. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 488, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 69.

347. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 242.

348. Vâkidî, c. 2, s. 476, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 324, Buhârî, Sahih, c. 2, s. 22, Müslim, Sahih, c. 2, s. 617, Beyhakî, Sünen, c. 3, s. 364.

349. Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 35.

350. İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 71.

351. Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 491.

352. Kastalânî, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 148.

353. Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 491.

354. Ahzâb: 9, İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 257, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 71.

355. Semhûdî, Vefâu'l-vefâ, c. 3, s. 835.

356. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 488.

357. Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 31, İbn Hacer, Metâlibu'l-âliye, c. 4, s. 226.

358. Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 451 , 452.

359. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 242.

360. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 243, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 392.

361. Müslim, Sahih, c. 3, s. 1414, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 449.

362. Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 114.

363. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 489.

364. Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 114.

365. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 489.

366. Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 31, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 3, s. 451, Zehebî, Megâzî, s. 249.

367. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 489.

368. Müslim, Sahih, c. 3, s. 1414.

369. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 489, Ebu Nuaym , Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 501, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 65, 66, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 114, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1. s. 491, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 652.

370. Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 501, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 1, s. 491.

371. Müslim, Sahih, c. 3, s. 1414.

372. Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 114, 115.

373. Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 31.

374. Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 115.

375. Müslim, Sahih, c. 3, s. 1414.

376. İbn Hacer, Metâlibu'l-âliye, c. 4, s. 228.

377. Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 115.

378. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 243, Vâkıdî, c. 2, s. 489, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 392.

379. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 489.

380. Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 31, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 136.

* Ebu Süfyan, aralarına bir yabancının sızdığını sezmişti (İbn Hacer, Metâlibu'l-âliye, c. 4, s. 226).

381. Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 652.

382. Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 31, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 136.

383. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 243.

384. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 489.

385. Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 31, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 6, s. 136.

386. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 243.

387. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 489.

388. İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 66, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 652.

389. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 243.

390. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 490, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 69.

391. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 490.

392. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 490, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 69.

393. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 243, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 490, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 392.

394. Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 115.

395. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 490.

396. İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 69.

397. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 490.

398. Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 653, 654.

399. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 244.

400. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 490.