Şecaat; savaş ve şiddet sıralarında cesaret ve yüreklilik göstermek demektir. 126
Başka bir deyişle, gazap enerjisinin itidal üzere bulunuşu, şecaat ahlâkını ve faziletini ifade eder.
Şecaatin aşırı derecesi tehevvür olur ki, insanın birdenbire öfkeye kapılarak kendisini yararsız yere tehlikelere atması, hiçbir suretle güç yetiremeyeceği düşmanla savaşa tutuşup kendisini öldürtmesi demektir.
Şecaatin kıtlığı ise korkaklıktır ki, sabır ve sebat göstermek gereken yerlerde korkuya düşerek bozulmak ve kaçmaktır. 127
Necdet de, korku ve dehşet yerlerinde, olağanüstü durumlar karşısında sabır ve sebat göstermek, korkuya düşüp uygunsuz iş yapmamak demektir. 128
Şecaat ve necdet hasletlerinin her ikisi de, Peygamberimiz aleyhisselamda üstün derecede mevcuttu. 129
Abdullah b. Ömer:
" Resûlullah aleyhisselamdan daha sehâvetli, daha necdetli, daha şecaatli bir kimse görmedim! " demiştir. 130
Kureyş müşriklerinin delikanlıları Mekke'de Peygamberimiz aleyhisselamın evini kuşatmışlar, içeriden çıkar çıkmaz üzerine atılıp kılıçtan geçirmeye hazırlanmışlar iken, Peygamberimiz aleyhisselam hiç korkmadan evinin kapısını açmış, müşriklerin başlarına toprak saçmış, Yâsîn sûresinin baş tarafından dokuz âyet okuyarak aralarından çıkıp gitmişti. 131
Peygamberimiz aleyhisselam Hazret-i Ebu Bekir'le birlikte Sevr mağarasına girdiği zaman, müşriklerin delikanlıları da kılıçlarını sıyırıp iz süre süre mağaranın önüne kadar gelmiş, dayanmışlardı. 132
Ünlü iz sürücü Kürz b. Alkame, Peygamberimiz aleyhisselamın izini görünce:
" İz burada kesilmiş! Bu ayak izi Makam-ı İbrahim'dekindendir! " demişti. 133
Hazret-i Ebu Bekir:
" Eğer onlardan biri eğilip ayaklarının dibinden içeri bakacak olursa muhakkak bizi görecektir! " 134 diyerek telaşlandığı zaman, Peygamberimiz aleyhisselam:
" Hiç tasalanma! Allah bizimledir! " buyurmuştu. (Tevbe: 40)
Kendilerini tutup müşriklere teslim ederek yüzer deve mükâfat almak sevdasıyla onları izleyip duranl 35 Sürâka b. Cu'şum'u gördüğü zaman, Hazret-i Ebu Bekir yine telaşlanmış ve:
" Yâ Rasûlallah! İşte, atlı gelip bize yetişti! " demişti.
Peygamberimiz aleyhisselam ona yine:
" Hiç tasalanma! Allah bizimledir! " buyurmuştur. 136
Enes b. Malik der ki:
" Resûlullah aleyhisselam insanların en güzeli, en cömerdi ve en şecaatlisi idi. Medine'de bir feryat, korkulu bir hal oldu mu, Peygamber aleyhisselam hemen Ebu Talha'nın Mendub diye anılan atını emaneten alıp üzerine atlar, feryadın geldiği yere yetişirdi.
Hiçbir feryat ve imdat sesi duyulmazdı ki, Mendub'un oraya birdeniz gibi, su gibi revan olduğunu görmeyelim!
Halbuki, o çok yavaş ve ağır yürüyen bir attı; hiç de yürügen değildi.
Bir gece Medineliler bir feryat işitip korkmuşlar, hemen sesin geldiği tarafa doğru gitmişlerdi.
Resûlullah aleyhisselam ise, onları geride bırakarak ilerlemiş, sesin geldiği yere yetişmiş, durumu inceleyip dönerken halk ile karşılaşmıştı.
Kendisi Ebu Talha'nın çıplak atının üzerinde kılıcı boynunda asılı bulunuyor ve:
'Hiç korkmayınız! Hiç korkmayınız! ' buyuruyordu." 137
Hazret-i Ali de, Bedir savaşı günü müşriklerin saflarına Peygamberimiz aleyhisselamdan daha yakın bir kimse bulunmadığını bildirmiştir. 138
Mikdad b. Amrda, Peygamberimiz aleyhisselamın Uhud savaşındaki şecaat ve sebatını anlatırken:
" Kendisini hak din ve kitabla peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; düşmanın saldın lan karşısında Resûlullahın bir kanş bile gerilediğini görmedim!
Ashabından bir kısmı bir kere onun yanında toplandılar, bir kere de onun yanından dağıldılar.
Resûlullahın arada sırada ayakta dikilerek düşmanı geriletecek derecede yayıyla ok, ya da taş attığını görmüşümdür!
Resûlullah, tıpkı askerî bir birlik gibi sebat etmekte, yerinden ayrılmamakta idi" demiştir. 139
Uhud savaşında, Kureyş müşriklerinden Übeyy b. Halef:
" Muhammed nerede?! " diyerek soruyor; 140
" Yâ Muhammed! Sen kurtulursan ben kurtulmam! " diyerek gelip Peygamberimiz aleyhisselama yetişmiş bulunuyordu.
Peygamberimiz aleyhisselamın yanındaki sahabileri:
" Yâ Rasûlallah! İçimizden birisi dönüp onu karşılasa olmaz mı?" dediler.
Peygamberimiz aleyhisselam:
" Bırakınız gelsin! " buyurdu.
Übeyy b. Halef, Peygamberimiz aleyhisselamın yanına kadar geldi. 141
Sahabiler dayanamayarak onun önünü kesmek istediler.
Peygamberimiz aleyhisselam:
" Geri durunuz! " buyurdu. 142
Hemen Haris b. Sımme'nin mızrağını eline aldı, sonra sahabilerine puğur devenin silkinmesi gibi silkindi, onları devenin sırtından sineklerin uçup dağılışı gibi başından dağıttı. 143
Peygamberimiz aleyhisselamın o sıradaki celâdeti, hiç kimsede yoktu. 144 Peygamberimiz aleyhisselam davranınca, Übeyy b. Halef dönüp kaçmaya başladı.
Peygamberimiz aleyhisselam:
" ü^yafaneH Nereye-kaçıyorsun?! diyerek-seslendi! 45- ve- onu- boynunun- rruğferîeTıfıT gömleğinin-yakası arasındaki kısmından vurup yaraladı!
Übeyy b. Halef, sığır böğürür gibi böğünerek atından yere yuvarlandı. 146 Kendisinin kaburga kemiklerinden bazısı da kırıldı. 147
Müşrikler, onu ordugâhlarına götürdüler.
Übeyy b. Halefin yarasının kanı çıkmıyordu, fakat ağrısına dayanılacak gibi değildi.
Bunun için, Übeyy b. Halef:
" Vallahi, Muhammed beni öldürdü! " dedi.
Arkadaşları:
" Andolsun, sen aklını kaybetmişsin! Vallahi, sendeki yaranın hiç önemi yok! " dediler.
Übeyy b. Halef ise:
" O bana Mekke'de 'Seni ben öldüreceğim! ' demişti.
Vallahi o benim üzerime tükürse, yine beni muhakkak öldürür! " dedi. 148
Arkadaşları:
" Ey Ebu Âmir! Vallahi, senin yaran önemli değildir! Eğer bu sendekinin aynı herhangi birimizde olsaydi Bize- -hiç de sıkıntı vermezdi. Biz de ona aldırış bile itmezdik! " diyerek teselli etmeye çalışıyorlardı. 149
Fakat o:
" Lât ve Uzzâ'ya yemin ederim ki, eğer bende olan bu yara, Zülmecaz panayırı halkında olsaydı, hepsi de çoktan ölüp giderlerdin. 150
O bana 'Seni ben öldüreceğim! ' dememiş miydi?
Değil ben, bütün Rebia ve Mudarlar halkı da olsa, muhakkak onları da öldürür o! " diyordu.
Übeyy b. Halef, Mekke’ye altı mil uzaklıkta bulunan Şerife gelince öldü. 151
Necd taraflarında 152 Muhârib b. Hasafalarla 153 yapılan Zâtü'r-rika savaşı sırasında, 154 sık, dikenli ve iri ağaçlı bir vadide konaklanmış; İslâm mücahidleri gölgelenmek üzere ağaçların altlarına dağılmışlardı.
Peygamberimiz aleyhisselam da, ağacın gölgesi altında yalnız başına uyuyor, kılıcı da ağacın dalında asılı bulunuyordu. 155
Muhârib b. Hasafalardan Gavres b. Haris adındaki a'râbî (çöl Arabi) gelerek156 Peygamberimiz aleyhisselamın ağaçta asılı kılıcını eline alıp sıyırdı. 157
Başucuna dikilince, Peygamberimiz aleyhisselam uyandı.
Gavres:
" Şimdi seni benden, benim elimden kim kurtarabilir?" dedi.
Peygamberimiz aleyhisselam:
" Allah kurtarır! " deyince, kılıç Gavres'in elinden yere düştü.
Peygamberimiz aleyhisselam hemen kılıcı eline alarak:
" Şimdi benden, benim elimden seni kim kurtarabilir?" diye sordu.
Gavres:
" Sen, kılıç tutanların hayırlısı ol! " dedi.
Peygamberimiz aleyhisselam:
" Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, benim de Resûlullah olduğuma şehadet edecek misin?" diye sordu.
Gavres:
" Hayır! Fakat seninle savaşmamak ve sana karşı savaşan kavmin yanında da bulunmamak üzere sana söz veriyorum! " dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz aleyhisselam onu serbest bıraktı. 158
Ashabdan Berâ' b. Âzib'e Kays kabilesinden bir adam:
" Huneyn savaşı günü, Resûlullah aleyhisselamın yanından siz de kaçtınız mı?" diye sormuştu.
Berâ' b. Âzib:
" Fakat, Resûlullah aleyhisselam kaçmamıştır! Onu boz katırının üzerinde gördüm ki, Ebu Süfyan b. Haris katırın geminden tutuyordu.
Kendisi:
'Peygamber benim! Yalan yok! Ben Abdulmuttalib'in oğluyum! ' diyerek sesleniyordu. 159
Vallahi, savaş kızıştığı zaman, Resûlullaha sığınır, onunla korunurduk!
İçimizde en yiğit olanımız, Peygamberimiz aleyhisselamın hizasında durabilendi! " dedi. 160
Hazret-i Abbas da:
" Müslümanlarla kâfirler karşılaşınca, Müslümanlar bozulup gerilediler.
Resûlullah aleyhisselam ise katırını kâfirlere doğru mahmuzlamaya başladı.
Ben, koşmasına engel olmak için, katırının geminden tutuyordum. Ebu Süfyân b. Haris de, Resûlullah aleyhisselamın katırının üzengisinden tutuyordu" demiştir. 161
-------------------------------------
126. Firuzâbâdi, Kâmûs, c. 3, s. 44.
127. Alâüddin Ali, Ahlâk-ı Alâî, c. 1, s. 55-56.
128. Alâüddin Ali, c. 1. S. 58.
129. Kadı Iyaz, Şifâ. c. 1, s. 85.
130. İbn Sa'd, Tabakât, c. 1, s. 373.
131. İbn İshak. İbn Hişam, Sîre. c. 2, s. 126-127, İbn Sa'd, c. 1, s. 227-228.
132. İbn Sa'd, c. 1, s. 228-229.
133. İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 469 470.
134. İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 173-174, Ahmed, Müsned, c. 1, s. 4.
135. Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 263.
136. Buhârî. c. 4, s. 90.
137. İbn Sa'd, c. 1, s. 373, Ahmed, c. 3, s. 185, Buhârî, c. 3, s. 228, Müslim, c. 4, s. 1802-1803.
138. İbn Sa'd, c. 2, s. 23, Ahmed, c. 1, s. 126.
139. Vâkıdı, Megâzî, c. 1, s. 240.
140. Kadı Iyaz, Şifâ, c. 1, s. 86.
141. İbn İshak. İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 89.
142. İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 46.
143. İbn İshak, c. 3, s. 89, Vâkıdî, c. 1, s. 251.
144. Vâkıdı, c. 1. S. 251.
145. Taberî, Târih, c. 3, s. 20.
146. Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 251, Hâkim , Müstedrek, c. 2, s. 327.
147. İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 46, Hâkim, c. 2, s. 327.
148. İbn İshak. İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 89.
149. Vâkıdı, c. 1. S. 251.
150. Vâkıdî, c.1, s. 252, Hâkim, c. 2, s. 327.
151. İbn İshak, c. 3, s. 89.
152. Ahmed, Müsned, c. 3, s. 311.
153. Ahmed, c. 3, s. 390.
154. Ahmed, c. 3, s. 364.
155. Ahmed, Müsned, c. 3, s. 361.
156. Ahmed, c. 3, s. 390.
157. Ahmed, c. 3, s. 311.
158. Ahmed, c. 3, s. 390.
159. Müslim, c. 3, s. 1401.
160. Müslim, c. 3, s. 1400-1401.
161. Ahmed, c. 1, s. 207, Müslim, c. 3, s. 1398.